Kendisi anlatır ki: Ben dünyaya gelince,
Babam, büyük hocama götürdü beni önce.
Ne zaman ki gelmiştim tam evlenme çağına,
Gönderdi dedem beni, bu zatın ocağına.
Semmas’da otururdu, o zaman bu büyük zat.
Biz, Kasr-ı arifanda oturuyorduk fakat.
Düğüne davet için, gidiyordum o zata.
Büyük sevinç içinde, koşuyordum adeta.
Onun nur cemalini, hep görmek istiyordum.
Mübarek sohbetine bir erişsem diyordum.
Huzuruna varmadan, abdest alıp o gece,
Mübarek dergahtaki, mescide girdim önce.
Huzur ve huşu ile, iki rekat bir namaz,
Kılıp, vardım secdeye, eyledim şöyle niyaz:
(Ya Rab, bela yükünü, muhabbet mihnetini,
Çekebilecek kadar, kuvvetli eyle beni.)
Oradan, üstadımın yanına gelir gelmez,
Buyurdu ki: (Evladım, öyle dua edilmez.
Allah’tan bela değil, hep afiyet istenir.
Ya Rab, beni rızana kavuştur demelidir.)
Birlikte yemek yiyip, kavuştum iltifata.
Gözüm, ondan gayriyi görmüyordu adeta.
Bana bir ekmek verip, buyurdu ki: (Evladım!
Bunu al, yolculukta olur bu belki lazım.)
(Peki efendim) deyip, ekmeği aldım, ancak,
Düşündüm ki: Bu ekmek, nerde lazım olacak?
Artık içim içime sığmıyordu benim hiç.
Vardı o gün kalbimde, büyük huzur ve sevinç.
Hocamın sohbetinden, aldığım ilham ile,
Kalbimden dünya fikri çıkmıştı tamamiyle.
Öyle tutulmuştum ki, hem ilahi bir aşka,
Çıktı her şey kalbimden, bu muhabbetten başka.
Üstadımla birlikte, nihayet yola çıktık.
Bir miktar yol yürüyüp, bir karyeye ulaştık.
Hocamın dostlarından biri vardı çok fakir.
O, evine çağırıp etti bizi misafir.
Ve lakin dikkat ettim, o fakir ev sahibi,
Yüzü kızarıyordu, çok mahcup olmuş gibi.
Hocam dahi gördü ki, var onda garip bir hal,
(Senin bir sıkıntın mı var?) diye etti sual.
O, mahcup vaziyette, arz etti ki: (Efendim!
Ben sizi, her ne kadar evime davet ettim.
Çok istiyor isem de, bir şeyler ikram etmek,
Lakin yalnız sütüm var, yok evimde hiç ekmek.)
Hocam bana baktı ve buyurdu: (Çantayı aç.
O verdiğim ekmeğe, şimdi oldu ihtiyaç.)
(Peki efendim) deyip, ekmeği arz eyledim.
Daha çok fazlalaştı ona teslimiyetim.
|