Zamanın hükümdarı, vezire verdi emir:
(Git, İmam-ı Cafer’i yakala, bana getir!
Zira onu, acele öldürmek istiyorum.
Haydi, ne duruyorsun, git getir, bekliyorum.)
Muhabbeti var idi o vezirin İmama.
Dedi ki: (Ey sultanım, emredersiniz, ama,
O, evinde oturmuş, ibadet etmektedir.
O zatı öldürmekten, acaba gayen nedir?
Siyaset işlerine karışmaz ki o kişi.
Gel, vazgeç öldürmekten, yapma ona bu işi.)
Lakin tesir etmedi hükümdara bu sözler.
Çaresiz (Peki) deyip, gitti o da bu sefer.
İmamı çağırmaya gider gitmez o vezir,
Hükümdar, cellatları çağırıp verdi emir.
Dedi: (İmam-ı Cafer girince içeriye,
Başını, kılıç ile vurup bölün ikiye.)
Cellatlar, kılıç elde, gizlenip beklediler.
Biraz sonra, vezirle, İmam teşrif ettiler.
Ve lakin ne zaman ki İmam girdi odaya,
Hükümdar onu görüp, hemen kalktı ayağa.
Dedi ki: (Ey efendim, nedir bize emriniz?
Hemen ifa edelim, varsa bir dileğiniz.)
Buyurdu: (Benim senden, yok asla bir dileğim.
Beni rahat bırak da, ibadet eyleyeyim.
Niçin durup dururken beni çağırıyorsun?
Sakın beni bir daha çağırma, bu son olsun!)
Sonra kalktı ayağa, kapıya ilerledi.
Sultan, onu izzet ve ikramla yolcu etti.
Titremeye başladı sonra da birden bire.
Sarardı, fenalaştı, bayılıp düştü yere.
Ayılınca, veziri dedi ki: (Ey hükümdar!
Hani öldürecektin, ne oldu, neyiniz var?)
Dedi ki: (Bilmiyorum, bu işe ben de şaştım.
Ömrümde böyle şeyle, ilk defa karşılaştım.
Ne zaman ki odaya girdi İmam-ı Cafer,
Yanısıra koca bir aslan girdi beraber.
Görmedim hayatımda öyle korkunç bir hayvan.
Tam saldıracak gibi, bana baktı durmadan.
Lisan-ı hali ile derdi ki sanki bana:
Parça parça ederim dokunursan İmama.
O aslanı görünce, çok fena oldu halim.
Ve onu öldürmeye, kalmadı hiç mecalim.)
Vezir dedi: (Ey sultan, söylemiştim ben size.
Allah adamlarından, zarar gelmez kimseye.
Bilakis her insana, faideleri vardır.
Onların yardımcısı, Allahü teâlâdır.
İki tarafı keskin kılıca benzer onlar.
Kendisi helak olur, ona gelip çarpanlar.)
O hükümdar dinleyip, hak verdi vezirine.
Gitmedi artık daha İmamın üzerine.
|