Sultan rica etti ki, bir gün Ebül Vefa’ya:
(Efendim, benim kalbim çok düşkün bu dünyaya.
Bana, öyle nasihat ediniz ki, artık ben,
Onun çirkinliğini anlayayım yakinen.)
Buyurdu ki: (Dünyanın zevki üçten ibaret.
Bunlar, yemek, giyinmek ve malum münasebet.
Yiyecekler içinde, en lezzetlisi (bal)dır.
Onu imal eden de, bir küçücük hayvandır.
O, bal arısıdır ki, zayıf, aciz, ufacık.
İstese, onu insan öldürür kolaycacık.
Giyeceklerin ise, en iyisi (ipek)tir.
Bunu da imal eden, bir ufacık böcektir.
Bu dahi, gayet zayıf ve acizdir ki öyle,
Hatta ölür bu hayvan, bir gök gürültüsüyle.
Sonuncuya gelince, (bir an)lık zevktir ancak.
Nesi vardır bunların, kalbini bağlayacak?)
Sonra, bir inci alıp, çıkardı çantasından.
Aydınlandı orası, onun parıltısından.
Sultan onu görünce, çok hoşuna giderek,
Aldı kendi avcuna, müsaade isteyerek.
Lakin o, çıkar çıkmaz o velinin elinden,
Sultanın avucunda, adi taş oldu birden.
Şaşırıp, verdi hemen onu Ebül Vefa’ya.
Taş, yine inci olup, başladı parlamaya.
Yine izin isteyip, eline aldı onu.
Lakin hayret içinde, gördü taş olduğunu.
Sonra Ebül Vefa’ya iade ettiğinde,
Gördü ki, inci oldu yine onun elinde.
Bu kerameti görüp, sevdi onu gönülden.
Sadık bir talebesi oldu artık o günden.
Ebül Vefa, yurduna dönmek gayesi ile,
Yola çıkmak istedi, cümle talebesiyle.
Sultan bunu duyunca, bir hayli üzülerek,
Ve hemen katibini, yanına getirterek,
Dedi ki: (Falan falan köylerin herbirini,
Kaydet Ebül Vefa’ya cümle gelirlerini.)
Fermanı imzalayıp, koydu kendi cebine.
Sonra Ebül Vefa’nın, yanına döndü yine.
En yakın talebeye, onu gizli vererek,
Dedi ki: (Bunu ona, gösterme gidene dek.)
Ve yolcular ayrılıp, bindiler bir gemiye.
Lakin gemi gitmedi, bir santim ileriye.
Anladı Ebül Vefa, niçin gitmediğini.
O kimseye dedi ki: (Çıkar cebindekini.)
Peki deyip, fermanı verdi Ebül Vefa’ya.
O alıp okuyunca, yırttı ve attı suya.
O anda, gemileri başladı harekete.
Talebeler, o zaman düştüler bir hayrete.
|