Şeyh-ül İslam olmadan, Ebüssuud Efendi,
Gördüğü bir rüyayı anlatır şöyle kendi:
Zeyrek camiindeydim rüyamda ben bir gece.
Cami kalabalıktı, merak ettim bir nice.
Dediler: (Bu cemaat, Sevgili Peygamberin,
Mübarek meclisidir, siz de oturuverin.)
Bir köşeye çekilip, oturdum hürmet ile.
İbni Kemal Paşa da, otururdu edeple.
Peygamber efendimiz, mihrapta otururdu.
Eshabı, tazim ile etrafında dururdu.
Peygamberin yanında, vardı ki bir zat daha,
Diz dize yakın idi, o da Resulullaha.
Düşündüm ki: Acaba kimdir ki bu zat böyle,
Allah'ın Resulüne, çok yakın durur öyle?)
Peygamber efendimiz, arapça konuşuyor.
O da, Resulullaha, farsca cevap veriyor.
Resulullah, bir ara buyurdu: (Ya Mevlana!
Arabi lisan ile cevap ver sen de bana.)
Anladım, Resul ile konuşan o zat kimmiş?
Mevlana Abdurrahman Cami hazretleriymiş.
İbni Kemal Paşa’yı, sonra da göstererek,
Sual etti o Server: (Bu zat kimdir?) diyerek.
Ardından kendileri buyurdular ki hemen:
(Sevdiğim bir kimsedir o kişi ümmetimden.
O, İbni Kemal olup, mübarek birisidir.
Hem dahi müminlerin şu anda müftisidir.)
Sonra beni gösterip, sordu ki Resul yine:
(Ya onun arkasında, şu oturan kim?) diye.
Mevlana hazretleri, bana bir baktı hemen.
(Bilmem ya Resulallah) dedi yine cevaben.
O Server buyurdu ki: (O da, Ebüssuud'dur.
Ümmetimin en iyi müftüsü işte budur.)
Bu rüyadan otuz yıl geçip tamam olunca,
Şeyhül İslam olmuştu, otuz sene boyunca.
Bu zat buyuruyor ki: (Bu dünya bir imtihan.
Gafil olmayalım ki, oluruz yoksa pişman.
Şu geçen dakikalar, belki son anımızdır.
Belki şu kıldığımız, en son namazımızdır.
Yani ahiret ile, bir kaç saniye kadar,
Aramızda, çok kısa, gayet az bir zaman var.
Nitekim bir zelzele olacak olsa bu gün,
Bir anda, ahirette oluruz hep topyekün.
Bu dünya önce yoktu, sonra da yok olacak.
İki yok arasında, bir hayattır bu ancak.
Yani ölüm, insana mutlaka gelecektir.
Öyleyse onu şimdi geldi bilmek gerektir.
Tabiin-i izam'ın en yükseği olan zat,
Yani Veysel Karani buyuruyor ki bizzat:
Yattığında, ölümü, yastığın altında bil.
Kalkınca da karşında, o, senden uzak değil.)
Dünya malı
Ebüssuud Efendi, çok pahalı bir sarık,
Giymişken, biri geldi yanına bir aralık.
Düşündü ki: Şuna bak, satsa şu sarığını,
Doyurur parasıyla, çok fukara karnını.
O anda Ebüssuud Efendi hazretleri,
Anladı o kimsenin, kalbinden geçenleri.
Sarığını çıkarıp, buyurdu: (Git pazara!
Şunu sat, parasıyla, yemek ver yoksullara.)
Adam derhal giderek, o emri etti ifa.
Lakin geri dönünce, çok şaşırdı bu defa.
Zira kendi sattığı sarığı, yine aynen,
Gördü onun başında, şaşırdı buna birden.
Ebüssuud Efendi, o kimseye bakarak,
Buyurdu ki: (Bu işi ettin ise çok merak,
Git falanca kimseye, sor bu işin sırrını.
Söylesin bana bunun nasıl ulaştığını.)
Adam, mahcup bir halde, giderek o kimseye,
Sual etti: (Bu işin hikmeti nedir?) diye.
O dedi: (Bir denizde, fırtınaya tutuldum.
Boğulmak üzereyken, bir adakta bulundum.
Dedim ki: Kurtulursam eğer bu tehlikeden,
Sahile çıkar çıkmaz, ilk iş olarak hemen,
Ebüssuud Efendi hazretlerine layık
Hediye alacağım, iyisinden bir sarık.
Pazarda, böylesini üç gündür arıyordum.
Lakin ona yakışır sarık bulamıyordum.
Aradığım sarığı, bugün buldum nihayet.
Götürüp teslim ettim, her işte var bir hikmet.)
Büyükler, giyseler de kıymetli elbiseler,
Vermezlerdi gönülden, zerre kadar bir değer.
Bu zat buyuruyor ki: (Hakiki bir Müslüman,
Dünya ve ahirette, rahat eder her zaman.
Yani İslamiyet’e, tâbi olur her işte.
Bütün saadetlerin başı da budur işte.
Her amelde, İslam’a edince tam riayet,
Bilcümle insanlar da, severler onu gayet.
Çünkü o, insanları bırakarak bir yana,
Çevirmiştir gönlünü, sadece Allah'ına.
Herkes onu methetse, yahut da sevmese hiç,
Duymaz o, bu şeylerden bir üzüntü ve sevinç.
Çünkü iyi bilir ki, methetse de bugün halk,
Yarın hiç belli olmaz, söver düşman olarak.
Kimin Rabbin emrine, tamsa eğer uyması,
Onun, insanlarla da, iyi olur arası.
Kâmil bir Müslümanda iki ziynet bulunur.
Bunlardan biri, edep, diğeri tevazudur.
İnsanlar, edep ile Allah'a yaklaşır hep.
Vasıl olamamıştır, Ona hiç bir bi-edep.
Hem çok korkmak gerekir, hem de ümitli olmak.
Ancak böyle mümkündür, ahirette kurtulmak.)
|