O günlerde Mevlana Halid-i Bağdadi de
Talebesinden olan, Abdullah-i Mekki'ye,
Bir icazet vererek, kendisine dedi ki:
(Sen dahi bir ehline ilet bu emaneti.)
Gönderdi sonra onu, hemen Anadolu'ya.
Ki, aldığı feyzleri, saçıversin oraya.
Buyurdu: (Oralarda, bulunca bir ehlini,
O nasipli kimseye, ver bu emanetini.)
(Peki efendim!) deyip bir grup Müslümanla,
Anadolu’ya doğru, Bağdat'tan çıktı yola.
Mesafeler katedip, Erzurum'a geldiler.
Oradan da Erzincan şehrine yöneldiler.
Erzincan sınırına yaklaşınca Mübarek,
Bir an, yoldaşlarına yüzünü döndürerek,
Dedi ki: (Hocamızdan aldığım emaneti,
Vereceğim o şahsın, yakındır vilayeti.
Zira bana bir koku geliyor ki bu yerde,
O zat, bu yakınlarda bir yerdedir herhalde.)
Erzincan sınırına doğru ilerledikçe,
O kokunun şiddeti artıyordu gittikçe
Ne zaman ki az sonra, Erzincan'a geldiler.
Gökyüzünden o yere, nur yağıyor gördüler.
Abdullah-ı Mekki'yle diğerleri hem dahi,
Gördüler gökten inen, o nur-u ilahiyi.
(Aradığımız şehir, burasıdır) diyerek,
Kenar bir mahallede ikamet eylediler.
Onlar teşrif edince bu beldeye nihayet,
İnsanlar, akın akın eylediler ziyaret.
Her gelen, hayran kaldı onun sohbetlerine.
Ziyaretçi sayısı, çoğaldı günden güne.
Lakin o, gelenlere, tek tek dikkat ederek,
Birini arıyordu, emaneti verecek.
Nihayet Terzi Baba, teşrif etti oraya.
O içeri girince, hemen kalktı ayağa.
Çağırıp, tam yanında oturttu kendisini.
Şaşırttı bu iltifat, cemaatin hepsini.
Ona olan ilgiden, hayrete düştüler hep.
Dediler: (Bir terziye, bu ilgi nedir acep?)
Lakin o, görüyordu onun temiz kalbini.
Zira erbabı anlar, mücevherin kadrini.
Sonra Terzi Baba’ya buyurdu ki (Kardeşim!
Bende bir emanet var, hocamdan almış idim.
Ararım vermek için, bir ehli var mı diye.
Buna, sen müstehaksın, vermem onu gayriye.
Bu, sana çok menfaat, çok nimet sağlayacak.
İnsanlar, akın akın sana doğru koşacak.
Bunun için sadece, sen (Allah) diyeceksin.
Onun karşılığında, çok şeye ereceksin.)
Velakin Terzi Baba, onun bu sözlerinden,
Ne murad ettiğini anlamamıştı hemen.
|