Şöyle nakledilir ki Cabir bin Abdullah'tan:
Eshab sual ettiler, bir gün Resulullahtan.
Dediler ki: (Ali'nin, dünyaya gelmesiyle,
İlgili bir malumat verir misiniz bize?)
Buyurdu: Hak teâlâ, dünyayı yaratmadan,
Ali'yle ikimizi, yarattı aynı nurdan.
Allah’ın huzurunda, onu tesbih ederdik.
Bir sulb'den bir rahim'e, birlikte nakledildik.
Ben, Abdülmuttalip'ten, Abdullah’ın sulbüne,
O da, Ebu Talib’in sulbüne geçti yine.
Abdullah'ın sulbünden, Âmine’ye geçtim ben,
Ali de, Fatıma’ya geçti Ebu Talip'ten.
O gece, tam bin kişi, hepsi rüyalarında,
(Bu doğan kimdir?) diye, işittiler bir nida.
Buna cevap olarak, şöyle ses işitildi:
(Ali bin ebi Talip, dünyaya teşrif etti.)
Zelzele oldu o gün Mekke'de birdenbire.
Putlar, yüzü üzeri devrildiler hep yere.
Mekke halkı, bu halden endişe eylediler.
(Bu gece, fevkalade hadise var) dediler.
O esnada, şöyle bir nida geldi gaibten.
Diyordu ki: (Bu gece, müşrikleri kahreden,
Habibullahın mührü, abidlerin ziyneti,
Kendisinde toplayan, ilim ile hikmeti,
Cehil karanlığına, ziya ve ışık salan,
Ali bin ebi Talip, dünyaya geldi şu an.)
Yine Peygamberimiz, Mekke'yi fethedince,
Beytullahın içinde, putlar vardı bir nice.
Resulün emri ile, bir bir kırıp attılar.
Lakin bir tanesini, yerinde bıraktılar.
Zira o, büyük olup, hem taştan yapılmıştı.
Zincir ve çivilerle, tavana çakılmıştı.
Peygamber efendimiz, bizzat girdi Kâbe'ye.
Hazret-i Ali'yi de, çağırdı içeriye.
Buyurdu ki: (Ya Ali, omuzuma basarak,
O putu deviriver, bağlarını açarak.)
Dedi: (Ya Resulallah, fedadır canım sana.
Nasıl basabilirim, ben senin omuzuna?
İşte benim vücudum, her zaman emrindedir.
Siz benim omuzuma bassanız, yerindedir.)
Buyurdu ki: (Ya Ali, bendeki Nübüvvetin,
Sıkletini çekmeye, takatin yetmez senin.)
Ali bin ebi Talip, Resulün arzusuna,
Uyarak, basıp çıktı mübarek omuzuna.
Bir eliyle o putu, zincir ve çivilerden,
Tamamen ayırarak, acele indi hemen.
Dedi: (Ya Resulallah, çıkınca ben oraya,
Sandım ki değdi başım, sanki Arş-ı a’laya.) |