Hüsameddin Uşaki, bir Allah adamıdır.
Sülalesi, hazret-i Hüseyin'e dayanır.
Rüyada kendisine, (Ahmed-i Semerkandi,
Hazretlerine varıp, ona tâbi ol) dendi.
Vardı o büyük zata, bu işaret üzere.
Huzurunda kavuştu, yüksek derecelere.
Ahmed-i Semerkandi, göçünce bu dünyadan,
Onun yerine geçip, yetiştirdi çok insan.
Daha sonra gelerek, yerleşti İstanbul'a.
Bir de dergah yapıldı Padişah fermanıyla.
Kasımpaşa semtinde yapılmıştı bu dergah.
Bu işle, bizatihi ilgilendi Padişah.
Adı Ali Efendi olan bir kimse vardı.
Kasımpaşa semtinde misk ve amber satardı.
Kokuları tartarken Ali Efendi, fakat,
Hak geçmesin diye de, ederdi fazla dikkat.
Bir yıl Ali Efendi, Haccı eda etmeye,
Memleketinden çıkıp, gidiverdi Mekke'ye.
Resulullahı dahi, ziyaret etmek için,
Medine'ye gitmeyi çok istedi velakin.
Ayağında ani bir hastalık olduğundan,
Ziyaret edemeyip, mahrum oldu o bundan.
Velakin bu dert onu, yiyip bitiriyordu.
Bir yandan ayakları ızdırap veriyordu.
Resulullahı gördü rüyasında bir gece.
O Server, kendisine buyurdu ki şöylece:
(Ya Ali, hiç üzülme, evine eyle avdet.
Evladım Uşaki'nin, kabrini et ziyaret.)
Bu manevi emirle, döndü memleketine.
Hazret-i Uşaki'nin vardı hemen kabrine.
Artık Ali Efendi, her gün işe giderken,
Hazret-i Uşaki’ye, okuyordu erkenden.
Her gün bu ziyareti yaparak bizatihi,
Manevi derecesi, yükseldi onun dahi.
Bu zat buyuruyor ki: (Bir hayaldir bu dünya.
Yani bir görüntüdür, yahut kısa bir rüya.
Aynada görüntünün olması için dahi,
Bir aslının olması lazım gelir tabii.
İşte o asıllar da, Cennette bulunurlar.
Dünyadaki her şeyin, Cennette bir aslı var.
Cennet nimetlerinin, dünyadaki hayali,
Dinin emirleridir, namaz, oruç misali.
Keza Cehennemin de, misali var dünyada.
İçki, kumar misali haramlardır, bunlar da.)
Bir gün de buyurdu ki: (Çocuklar emanettir.
Babanın vazifesi, ona din öğretmektir.
Nasıl ki mesul ise, sürüsünden her çoban,
Siz dahi mesulsünüz, çoluk çocuğunuzdan.
Emanete hıyanet olmayacağı gibi,
Onlara, dinlerini öğretmeli tabii.)
|