Maruf hazretlerine bir gün geldi bir kimse.
Dedi: (Bir sualim var, benim hazretinize.
Allah'ın sevgisine, nasıl olur kavuşmak?
Siz izah edersiniz en güzel bunu ancak.)
Hiç bir şey buyurmayıp o sual sahibine,
Götürdü padişahın kapısının önüne.
Gördüler ki, kapıda durur sadık birisi.
Sakattı hem de onun ayağının ikisi.
O kapıda, yılmadan, yıllarca duruyordu.
Oradan başka yere asla ayrılmıyordu.
Zira yoktu gidecek bir kapı ona göre.
O, bütün varlığıyle bağlanmıştı o yere.
Buyurdu ki: (Ey kişi, işte böyle olursan,
Allah'ın sevgisine kavuşursun o zaman.)
Yine o, tasavvufun yaptı şu tarifini:
(Allah'tan başkasından kesmektir ümidini.
Sırf Allah'a sığınır, güvenirse bir insan,
Onun yardımı ile, her işi olur asan.)
Biri dahi gelerek, sordu Maruf Kerhi'ye:
(Kalbden dünya sevgisi, ne yolla çıkar?) diye.
Buyurdu ki: (Kalbinde, bu dünyaya muhabbet,
Olmayan kimselerle, oturup eyle sohbet.
Öyle fayda olur ki onların sohbetinden,
Kolayca kurtulursun, dünya muhabbetinden.)
Biri dahi sordu ki: (Nasıl olsun ki halim,
Taş gibi katı iken, yumuşasın şu kalbim?)
Buyurdu ki: (Ölümü hiç çıkarma yadından.
Zira odur insanı gafletten uyandıran.)
Diclenin kenarında, bir gün oturuyordu.
O sırada ilerde, bir kayık peyda oldu.
İçinde bir kaç kişi, gelmişler bir araya,
İçki içip, taşkınca yaparlardı yaygara.
Yanında talebeler, üzüldüler bir hayli.
Dediler: (Ne iğrençtir şu kimselerin hali.
Beddua ediniz de, boğulsunlar şu suda.
Onların zararından, kurtulsun başkası da.)
Maruf-i Kerhi ise, onlara (Peki) deyip,
Şöyle dua eyledi çok merhamet eyleyip:
(Nasıl neşelilerse şu kullar ya ilahi!
Bozma neşelerini öldükten sonra dahi.)
Böyle dua edince, şaşırdı talebeler.
Hikmeti vardır deyip, sonunu beklediler.
Kayıktaki insanlar, Maruf hazretlerini,
Tâ uzaktan görünce, kestiler seslerini.
Döktüler şarapları, hem kırdılar sazları.
Titremeye başladı hepsinin a’zaları.
Kıyıya yanaşınca, huzuruna geldiler.
Ellerini öperek, çok özür dilediler.
Dediler: (Tövbe ettik yaptığımız günaha.
Dua edin, bu işi yapmayalım bir daha.)
|