Gündüz, ev sahibine yapardı türlü hizmet.
Gece ise, Rabbine yapardı hep ibadet.
Ev sahibi, bir gece duydu onun sesini.
Baktığında, secdede gördü hep kendisini.
Diyordu ki: (Ya Rabbi, azdır bu ibadetim.
Daha fazla yapmaktır, benim asıl niyetim.
Lakin beni oyalar bu evin hizmetleri.
Vaktim olsa, gündüz de taatten durmam geri.)
Ev sahibi, bunları, dışardan duyuyordu.
Gördü ki, başı üzre bir nur parıldıyordu.
Sabah ona dedi ki: (Artık köle değilsin.
Serbestsin, istediğin yere gidebilirsin.)
Başka eve yerleşip, devamlı etti taat.
Bir gün ve gecesinde, kılıyordu bin rekat.
O, asla ayırmazdı yanından kefenini.
Üstünde yapıyordu, günlük ibadetini.
Bir gün, zengin bir hanım geldi ziyaretine.
Altın dolu bir kese arz etti kendisine.
Almayınca, o kadın başladı ağlamaya.
Dedi: (Niçin almazsın, ne mani var almaya?)
Buyurdu ki: (Rabia, hakiki Sahibinden,
Bunları istemeye bile hayâ ederken,
Geçici sahibinden alır mı zannedersin?
Lütfen sen, bu keseyi kaldır, gözüm görmesin!
O, öyle bir Rabdır ki, kendini inkâr eden,
Kâfir kulunun dahi rızkını verir iken,
Kendi muhabbetiyle yaktığı bir kulunun,
Rızkını vermez mi hiç, imkanı var mı bunun?)
Başka bir gün, bir hanım geldi ziyaretine.
İçeriye girince, gitti çok garibine.
Zira bir testi ile, hasır vardı bastığı.
Bir de yanıbaşında, kerpiçten bir yastığı.
Görünce yandı içi, dedi ki: (Ey Rabia!
Bir şeyler getireyim zenginlerden buraya.)
Buyurdu: (Ey kardeşim, şunu bil ki muhakkak,
Onları da, beni de, biliyor cenâb-ı Hak.
Her mahlukun rızkını, kendisi vermektedir.
Her kulunun halini, çok iyi bilmektedir.)
Bir hafta, ard ardına oruçluyken mübarek,
Bu günlerde, az bile bulamadı bir yemek.
Sekizinci gününde, şiddetlendi açlığı.
O gün, yemek kabıyla, biri çaldı kapıyı.
Açıp aldı yemeği, gitti mum getirmeye.
Geldiğinde gördü ki, kedi gelmiş yemeye.
Onu, uzaklaştırmak isterken o yemekten,
Kedi kaba takılıp, yemeği döktü hepten.
Bardak için giderken, mum söndü birden bire.
Suyu içeyim derken, bardağı düştü yere.
Dedi ki: (Ya ilahi, ediyorsun imtihan.
Yalnız senin rızanı isterim yine her an.)
|