Selahaddin Eyyubi, meşhur bir kumandandı.
Ömrü, İslamiyet’e hizmetle tamamlandı.
Fıkıh âlimi olup, ayrıca bir sultandır.
Eyyubi devletinin temelini atandır.
Binyüzotuzyedi’de Tekrit’de doğan bu zat,
Binyüzdoksanüç’te de eyledi Şam’da vefat.
Henüz çocuk çağında, başladı tahsiline.
Sonra fıkıh ilminin, vakıf oldu hepsine.
Önce fıkıh âlimi, sonra sultan olmuştur.
Ani ve isabetli kararları meşhurdur.
Kuvvetli bir zekaya sahip olan bu kişi,
İstişare ederdi ehli ile her işi.
Müşavere sonunda, varınca bir karara,
Bu varılan karardan, dönmezdi artık asla.
Öyle çok severdi ki, âlimlerle sohbeti,
Yok idi ona göre, başka şeyin kıymeti.
Kitaplarla uğraşmak, ilim mütala etmek,
En çok lezzet aldığı, sevdiği şeylerdi pek.
Âlimlerden, kitaptan ayrılsaydı eğer ki,
İdama gitmek gibi gelirdi ona sanki.
(Mesut o kimsedir ki, henüz hayatta iken,
Dünya muhabbetini, çıkarmıştır kalbinden.)
Bu hadis-i şerife çalışırdı uymaya.
O, dünyadan kaçtıkça, akardı ona dünya.
(Bir kimsenin arzusu, ahiret ise, elhak,
Hizmetçi yapar ona, dünyayı cenâb-Hak.)
Bu hadis-i şerifin manası ve hikmeti,
Bu mübarek sultanda tecelli etti sanki.
Zira kısa zamanda, Mısır’ın, Suriye’nin,
Sultanı olmuş idi daha bir çok yerlerin.
İslam’a hizmet ile geçti bütün hayatı.
Yaydı hep o yerlere, iman ve itikadı.
Kudüs-ü şerifi de, ederek hayli gayret,
Zabtetti kâfirlerin ellerinden nihayet.
Bunu hazmedemeyen Avrupalı haçlılar,
Altıyüzbinden fazla bir ordu çıkardılar.
Selahaddin Eyyubi, sahipken az kuvvete,
Bu büyük orduyu da, uğrattı hezimete.
Sarayda oturup da, eylemedi hiç rahat.
İslam’a hizmet için, etti hep harp ve cihad.
Ölüm döşeğinde de, çağırıp evladını,
Şöylece yaptı ona, en son nasihatını:
(Ey oğlum, nasihatım şudur ki sana şu an:
Allah korkusu ile yaşıyasın her zaman.
Çünkü her iyiliğin ve her hayrın kaynağı,
Allah korkusu ile yaşamaktır devamlı.
Onun emrine uyup, sakın ki yasağından,
Sana, muvaffakıyet nasib etsin Yaradan.
Sakın halka zulmetme, iyilik etmeye bak.
Zira rahmet edene, rahm eder cenâb-ı Hak.
Onlara sert davranma, şefkat eyle ve acı.
Yoksa senden olurlar, mahşer günü davacı.
Onlar, Hak teâlânın sana emanetidir.
Mütevazı davran hep, yapma hiç gurur, kibir.
Bil ki, kazandığımız şan, şeref ve itibar,
İyi işlerimizden olmuştur pek aşikâr.
Herkesin hukukuna eyle ki tam riayet,
Kul hakkından kurtulmak, çetindir o gün gayet.
Allah, affetse bile sair çok günahları,
Helallık almadıkça, affolmaz kul hakları.)
Çok mütevazı idi
Selahaddin Eyyubi, bir ömrü müddetince,
İslam’a hizmet için gayret etti bir nice.
Ölüm hastalığına nihayet yakalandı.
Vefat edeceğini, firasetle anladı.
Sandıktan, kefenini getirterek en evvel,
Mızrağının ucuna bağlattı onu güzel.
Sonra da, bir tellala vererek onu hemen,
Dedi: Bu kefenimi götür de ben ölmeden,
Sokak sokak gezdirip, bağır ki: (Ey ahali!
Sultan Selahaddin’in işte budur son hali.
Kazanmışken bu kadar itibar, şan ve şöhret,
Dünyadan, bu kefenle gidiyor en nihayet.)
Sultanın bu emrine, (Peki) deyip o tellal,
O kefeni gezdirip, nida etti bu minval.
Onun son yaptırdığı bu manalı hareket,
Dünya mağrurlarına, oldu bir ders ve ibret.
Son nefesinde dahi, âlimler sohbetini,
Dinledi, hem okunan Kur'an tilavetini.
Binyüzdoksanüç yılı, Safer yirmiyedi’de,
Bu geçici âlemden göçtü ebediyete.
Onun, vezirleriyle, öyle idi ki hali,
Samimi konuşurdu bir arkadaş misali.
Herkese de, rıfk ile hareket ettiğinden,
Herkes, her arzusunu söylerdi çekinmeden.
Her hangi bir vatandaş, gelse idi yanına,
Sultanla olduğunun, varamazdı farkına.
Öyle çok mütevazı idi ki çünkü sultan,
En ufak bir korkuya, kapılmazdı o insan.
Bir arkadaşı ile oturursa o nasıl,
Öyle rahat, korkusuz otururdu velhasıl.
Çünkü o, görmezlikten gelirdi kusurları.
Kızmayıp, hoş tutar ve kırmazdı insanları.
Asık suratlı durmaz, tebessüm ederdi hep.
Asla boş çevirmezdi, her kim ne etse talep.
Çok nazik davranırdı insanların hepsine.
Bir şey söz verse idi, getirirdi yerine.
Müslüman ve küffârdan, yoktu onu sevmeyen.
Bu yüzden o ölünce, kalmadı üzülmeyen.
O, asla ayırmazdı tebasından kendini.
Elbisesini bile, giyerdi onlar gibi.
Çok mühim işler ile meşgul olurken bile,
Derhal ilgilenirdi talep sahipleriyle.
Hatta bir gün, küffârla savaştıkları bir an,
Bir kadın, bir derdini edince ona beyan,
Dedi ki: (Bak şu anda, biz savaş halindeyiz.
Yarın gel, bu işini o zaman hallederiz.)
Dedi: (Yarın gelemem, işim şimdi hallolsun.
Yapamayacakdıysan, ne için sultan oldun?)
(Peki öyleyse) deyip, işini halletti tam.
Ve helallık dileyip, savaşa etti devam.
Bir gün hizmetçisine, (Ilık su getir) dedi.
O ise önce kaynar, sonra soğuk getirdi.
Yine de hiç kızmayıp, dedi ki: (Sübhanallah!
İstediğimiz suyu içemiyoruz her gah.)
Bir çok hazinelere sahip olduğu halde,
Yaşadı asker gibi, mütevazı ve sade.
Öldüğünde, bir altın, bir de gümüş parası,
Çıktı ki, bundan gayri yoktu malı, eşyası. |