SELMAN-I FARİSİ
radıyallahü anh
Eshab-ı kiramın büyüklerinden ve meşhurlarından. Silsilet-üz Zeheb denilen büyük veliler silsilesinin ikinci halkası. İranlı olup, İsfehan’ın bir köyünde doğdu. Önce mecusi iken sonra hıristiyan rahipleriyle görüşüp mecusiliği terk edip hıristiyan oldu. Çok ilim öğrenip alim oldu. Uzun yıllardan sonra Peygamberimizi görüp İslam’la şereflendi. Ehli beytten sayıldı. Ona Selman ismini Peygamberimiz verdiler. İranlı olduğu için Selman-ı Farisi diye meşhur oldu.
Gün geçtikçe, İslam’ın nuru yayılıyordu.
Resulün sevgisiyle, kalbler parıldıyordu.
Onun hasreti ile bekleşen susamış halk,
Bir arayış içinde Medine’ye koşarak,
Huzur buluyorlardı görmekle Onu bir an.
Şerefleniyorlardı etmekle Ona iman.
Bunlardan birisi de, Selman-ı Farisi’ydi.
Bu zatın annesi ve babası mecusiydi.
Bu mübarek sahabi, doğmuştu İsfehan’da.
İkiyüz elli sene ömür sürdü dünyada.
Ehl-i beytten sayılan bu büyük mübarek zat,
Hayatını, şöylece anlatır kendi bizzat:
Doğdum ben İsfehan'ın Cey denen bir köyünde.
Ve en zengin insanı, babamdı o köyün de.
Bir hayli fazla idi arazimiz, malımız.
Çoktu bundan ötürü köyde itibarımız.
Ben, babamın tek oğlu idim ki, bundan sebep,
Kız gibi yetiştirdi ev içinde beni hep.
Kendi mecusi olup, ateşe tapınırdı.
Bu dinin icabını, bize de yaptırırdı.
Malik olduğu için çok bahçe ve bağlara,
Beni de bir gün alıp, götürdü oralara.
Dedi ki: (Ey evladım, gez şu bağı, bostanı.
Benden sonra senindir, mallarını gör, tanı.)
(Peki) deyip, giderken bir gün o araziye,
Rastladım yol üstünde olan bir kiliseye.
İnsanlar, içeride yapıyordu ibadet.
Böyle şeyi, ilk defa görünce ettim hayret.
Zira bizim dinimiz, buna benzemiyordu.
O anda kalbimde bir tereddüt hasıl oldu.
Bizim ibadetimiz, tapınmaktı ateşe.
Bir türlü ermiyordu zaten aklım bu işe.
Görünce kilisede ibadet edenleri,
Düşündüm ki; Bunların, daha doğru dinleri.
Tarla ve bahçemizi gezmekten vazgeçerek,
Seyrettim hep onları, sabahtan akşama dek.
Sonra, yaşlı birine sual ettim; (Hey, baba!
Bu dinin asıl yeri nerededir acaba?)
O, (Şam'dadır) deyince, yine sual ettim ki:
(Şam'a gitsem, beni de kabul ederler mi ki?)
O zat (Evet) deyince, sordum ki ben bu sefer:
(Var mıdır sizden Şam'a gidecek bir kimseler?)
(Yakında olabilir) deyince bana o zat,
Çok sevindim ve lakin ilerlemişti saat.
Karanlık basmış idi, korkarak eve vardım.
Babam hemen sordu ki: (Neredesin evladım?
Vaktinde gelmeyince, kaldık hayli merakta.
Aramadığımız yer kalmadı köyde hatta.)
|