Zünnun hazretlerinin bir talebesi vardı.
Maddi sıkıntı çekip, bir hayli eli dardı.
Geldi bir gün Zünnun-i Mısri hazretlerine.
Geçim sıkıntısını arz etti kendisine.
(Eşkıyalık yap!) dedi, o büyük zat cevaben.
O dahi (Peki) dedi, hiç tereddüt etmeden.
Düşündü ki: Üstadım böyle dedi madem ki,
Böyle buyurmasının, var elbet bir hikmeti.
Çıktı bir dağ başına daha sonra çabucak.
Merakla beklerdi ki, bu iş nasıl olacak?
Bir eşkıya çetesi, onu görüp o dağda,
Sordular ki: (Ey kişi, ne ararsın burada?)
Dedi: (Dağa çıktım ki, yapayım eşkıyalık.)
Dediler: (Öyle ise, bizdensin sen de artık.)
Onu da yanlarına alıp o eşkıyalar,
Dediler ki: (Bu bizim, çok işimize yarar.)
Kervan nasıl soyulur ve nasıl yol kesilir?
Bunları, kendisine öğrettiler hep bir bir.
Hatta adam öldürmek, kılıçla baş uçurmak,
Onu da, kendisine öğrettiler çabucak.
Eşkıyaların başı dedi ki sonra hemen:
(Biraz sonra, bir kervan geçecek bu bölgeden.
Biz, saldırıp hepsinin malını alacağız.
Sonra o insanları, iple bağlayacağız.
Sen, o zaman kılıçla, bir yerde duracaksın.
Biz işaret edince, onlara vuracaksın.)
Az sonra kervan gelip, orda konakladılar.
Eşkıyalar saldırıp, mallarını aldılar.
Sonra o masumların, bağlayıp herbirini,
Ona da dediler ki: (Haydi, göster kendini!)
O, kaldırdı ise de kılıcını hemence,
Lakin bir tavuk bile, kesmemişti evvelce.
Düşündü ki: Günahsız masumları öldürmek,
Allah'ın rızasına muhalif olsa gerek.
(Eşkıyalık yap!) diye emretti hocam, ama,
Yine de ben sorayım bunu şimdi hocama.
Hocasını düşündü sonra kısa bir zaman.
Kendisine görünüp, Zünnun-i Mısri o an,
Buyurdu: (Vurma sakın, masumların başına.
Kaldırdığın kılıcı, indir çete başına!)
Alınca hocasının bu manevi emrini,
Kopardı bir darbede haydudun kellesini.
Bu müthiş manzarayı, diğerleri gördüler.
Yardım geldi zannedip, o yeri terk ettiler.
Ve hemen bağlarını çözüp kervancıların,
Can ile mallarını kurtardı masumların.
Kervancılar dedi ki: (Hızır mısın, kimsin sen?
Kurtardın cümlemizi, eşkıyanın elinden.)
Bir deveyi, yüküyle hibe ettiler ona.
Böylece veda etti geçim sıkıntısına.
|