O Zünnun-i Mısri ki, yapardı çok ibadet.
Ve devamlı nefsine ederdi muhalefet.
O yerin, (sirbaç) diye bir mahalli yemeği,
Vardı ki, çok isterdi canı onu yemeyi.
On sene müddet ile, istedi nefsi bunu.
Yapmadı buna rağmen onun bu arzusunu.
Bir bayram günü idi, dedi ki nefsi ona:
(Ne olur, bu bayramda bir sirbaç yedir bana.)
O da, kendi nefsine dedi ki: (Olur, fakat,
Sen dahi etmelisin şu işe muvafakat:
Hiç olmazsa bir defa, Kur'anı hatmetmeyi,
Kabul et, yedireyim sana sirbaç yemeği.)
Ne zaman ki Kur'anın hatmini etti tamam,
Dedi: (Ey nefs ye şimdi, işte sana o taam.)
Dünyadan ayrılarak edince Hakk’a vuslat,
Toplandı cenazeye onbinlerce cemaat.
O gün de, sair günden hava hayli sıcaktı.
Cenaze taşımakta meşakkat olacaktı.
Namaz tamam olunca, birden bire havada,
Büyük grup halinde, bir kuşlar oldu peyda.
Cemaatin üstüne geldiler uçaraktan.
Onları, yol boyunca, korudular sıcaktan.
Kanatlarını açıp ve uçarak yan yana,
Tam gölgelik ettiler onbinlerce insana.
Ertesi gün gelenler kabrini ziyarete,
Nurdan bir yazı görüp, düştüler çok hayrete.
Zira insan oğlunun yazısı değildi pek.
Her gelen okuyordu, bunu hayret ederek:
(Allah'ın evliyası ve dostudur bu Zünnun.
Feda etti canını muhabbetiyle onun.)
İnsanlar, bu yazıyı silmek istese bile,
O yine yazılırdı kudret-i ilahiyle.
O vefat ettiğinde, bir çok büyük âlimler,
Resul-i müctebayı rüyasında gördüler.
Resulullah, Eshabdan bir iki kişi ile,
Otururken, onlara buyurdu ki sevinçle:
(Siz tanıyor musunuz Hak aşığı Zünnun'u?
Şimdi bize geliyor, karşılayalım onu.)
Hayattayken, bir kişi, sormuştu bu veliye:
(Bir kul, hangi sebeple Cennete girer?) diye.
Buyurdu: (Öyle doğru olmalı ki o kişi,
Olmamalı ömründe, asla eğri bir işi.
Öyle çok korkmalı ki bir haram ve günahtan,
İçi kan ağlamalı, bir günah gördüğü an.
Öyle çok din gayreti olmalı ki o zatta,
Az bile gevşekliği olmamalı hayatta.
Öyle çok anmalı ki, o kimse Yaradan'ı,
Onu hatırlamadan, geçmemeli bir anı.
Ölümü, öyle yakın bilmeli ki kendine,
Asla tutulmamalı bir dünya emeline.)
|