Bir gün Zünnun Mısri’ye gelerek bir Müslüman,
Sordu: (Hangi hal ile, arif olur bir insan?)
Buyurdu ki: Bir arif, korkudadır daima.
Titrer ki, az günahkâr olurum Allah'ıma.
O, hisseder başının üzerinde bir kılıç.
Bir kılla asılmıştır, ayrılmaz oradan hiç.
Çok keskindir o kılıç, çok incedir kıl da hem.
Der ki: (O, düşebilir, biraz gaflet edersem.)
O, her bir adımında düşünür ince ince,
Ki, o iş, Hak emrine uygun olsun iyice.
Eğer dinin hükmüne değilse tam muvafık,
O ameli yapmaktan, vazgeçer, yapmaz artık.)
Dediler ki: (Efendim, tövbe nasıl olmalı?)
Buyurdu: Günah için, ağlayıp sızlamalı.
Hakiki bir Müslüman, işleyince bir günah,
Der ki: (Bu günahımı elbette gördü Allah.)
Öyle pişman olur ki yaptığı o günaha,
Der ki: (Yapmayacağım o günahı bir daha.)
O, gönülden söz verir Rabbine bunun için.
Çünkü o, günahına üzülür için için.)
Dediler: (Nedir acep ihlasın alameti?)
Buyurdu: (Sevindirmez gayrinin onu methi.
O, tek şeyi düşünür, o da Allah rızası.
Memnun etmez gayrinin onu meth-ü senası.
Rıza-i bari için yapar o her işini.
Ve yalnız Ondan bekler sevabını, ecrini.
İyi amellerini, unutur tamamiyle.
Lakin günahlarını hatırlar hep ayniyle.
İnsanlardan çekilip, Hakk’a verir gönlünü.
Rabbine ibadetle geçirir her gününü.
Yer o yavan ekmeği, hem de tam huzur ile.
Ve hiç katık aramaz, yanında bir tuz bile.)
Dediler ki: (Ey Zünnun, nedir sabrın nişanı?)
Buyurdu ki: Bu sıfat, çok yükseltir insanı.
Rabbinin her emrine, eder o mutabaat.
Yine bıkmaz, usanmaz, etse de bin yıl taat.
Allahü teâlânın her bir yasağından da,
Kaçınır tam olarak, usanmaz o bundan da.
Gelirse kendisine, bir musibet, bir bela,
Der ki: (Bana bunları, gönderdi Hak teâlâ.)
Yüzünü ekşitmeden alır ve üzülmez hiç.
Hatta nimet bilerek ondan duyar bir sevinç.
Çok acılar çekse de, asla etmez şikayet.
Bilir ki, sabredersem çok olur ecri gayet.
Çünkü bir musibetten sevap kazanmak için,
Sabır gerektiğini iyi bilir o mümin.
|