İnsanların içinde, cömertlik bakımından,
Fahr-i âlem gibisi gelmedi hiç bir zaman.
Bir şey istendiğinde, katiyen (Yok) demezdi.
O şey var ise verir, yoksa cevap vermezdi.
Hazret-i Hasan ile, hem Hüseyin bir kere,
Abdullah bin Cafer’le çıktılar bir sefere.
Biraz sonra üçü de, yorulup acıktı pek.
Bir şeyler istediler bir kadından yiyecek.
Bir tek koyunu vardı, derhal sağdı sütünü.
Sonra onu keserek, doyurdu her üçünü.
Lakin bu kadıncağız, fakirleşti sonradan.
Geldi maişet için, Medine'ye bir zaman.
Gördü hazret-i Hasan, tanıdı o kadını.
Hatırladı hem onun o fedakârlığını.
Pek çok koyun ve altın vererek kendisine,
Gönderdi sonra onu, hazret-i Hüseyin'e.
Hazret-i Hüseyin de, sordu ona o zaman:
(Ey hanım, neler verdi sana kardeşim Hasan?)
(Çok koyun ve çok altın hibe etti) deyince,
Emreyledi o dahi hizmetçiye hemence.
Hayli koyun ve altın kadına verip hemen,
Abdullah bin Cafer'e gönderdi bekletmeden.
Sordu o sahabi de onların ihsanını.
Öğrenip, verdi o da kadına aynısını.
Bir gün hazret-i Hasan, evinde ağlıyordu.
Sebebi sorulunca, şöyle cevap buyurdu:
(Nasıl ağlamayayım, yazıklar olsun bize.
Yedi gündür misafir gelmedi hanemize.)
Hazret-i Hüseyin’le, yine hazret-i Hasan,
Henüz abdest almaya başladıkları zaman,
Benizleri sararır, korkudan titrerlerdi.
Onların bu halini gören hemen sezerdi.
Bazısı sorardı ki: (Ey Hasan, ey Hüseyin!
Siz abdeste kalkınca korkarsınız, ne için?)
Derlerdi ki: (Az sonra, namaza duracağız.
Düşünün ki o zaman, kimin huzurundayız.)
Hazret-i Hüseyin de kalkınca namaz için,
Adeta titriyordu üstünde seccadenin.
Derdi ki: (Kul dünyada, büyük hükümdarlardan,
Birine, bir derdini arz edeceği zaman,
Korkarsa, benim dahi Rabbimden istediğim,
Gizli dileklerim var, nasıl titremeyeyim.)
Namaz vakti gelince, hem de hazret-i Hasan,
Titrer ve şöyle derdi Allah’tan korkusundan:
(Allahü teâlânın dağlara arz ettiği,
Lakin dağların bile kabul eylemediği,
Kulluk emanetini tam yapmak üzereyim.
Bilmem ki layıkıyla yapabilecek miyim?)
|