Aişe-i Sıddıka hazretleri der ki:
Resulullah, bir harbe gitse idi eğer ki,
Hanımları içinden, kur’a çekip her sefer,
Kime çıksa, onu da götürürdü beraber.
Müreysa cenginde de, kur’a bana çıktı hem.
Bu yüzden beni aldı yanına Fahr-i âlem.
Bana bir çadır yapıp, deveye bindirdiler.
Allah'ın yardımıyle, galip geldi müminler.
Ordumuz toparlanıp, dönüyorduk geriye.
Beni de, çadır ile bindirdiler deveye.
Bir müddet yol gidince, mola verdik bir zaman.
Ben, bir ihtiyaç için uzaklaştım oradan.
Biraz sonra, dönünce ayrıldığım o yere,
Baktım, İslam askeri devam etmiş sefere.
Beni çadırda sanıp, deveye yükletmişler.
Vaziyetten habersiz, yola devam etmişler.
Düşündüm ki: Fark edip, ararlar beni hemen.
Bu yüzden başka yere ayrılmadım o yerden.
Lakin beni arayan olmadı o arada.
Ben böyle düşünürken, uyumuşum orada.
Safvan adlı bir kişi vardı ki sahabeden,
Resulün emri ile gelirdi hep geriden.
Biri kalır, veyahut düşerse bir şey yere,
Alıp ulaştırırdı onları o Servere.
İşte bu Safvan adlı sahabi, gerilerden,
Gelip beni görünce, hayrete düşmüş birden.
Ve şöyle bağırmış ki o gayr-i ihtiyari:
(Eyvah, biri uyuyup ordudan kalmış geri!)
Ben bu sesle uyanıp, yüzümü örttüm ondan.
O, deveyi çökertip, (Bin!) dedi tâ uzaktan.
Sonra gelip, devenin yularını tutarak,
Yürüdü ileriye, hiç geri bakmayarak.
Yürüdük uzun zaman, ben devede, o yaya.
Sonra varıp yetiştik biraz sonra orduya.
Lakin yolda gelirken, bir kısım münafıklar,
Bizi görüp, çok iğrenç iftiralar attılar.
Onların sözlerinden, üzülmüştüm begayet.
Böylece Medine'ye vasıl olduk nihayet.
Ve lakin gelir gelmez, bu üzüntü içinde,
Duydum ki, iftiralar yayılmış halk içinde.
O günlerde bir kadın, bize gelip bir ara,
Dedi: (Senin hakkında yayıldı çok iftira.)
Ve hakkımda söylenen iftira sözlerini,
Söyleyince, o anda titreme aldı beni.
Üzüntü ve kederim ziyade oldu hemen.
Zannettim ki ateş ve duman çıktı tepemden.
Hemen müsaadesini alarak o Resulün,
Babam Ebu Bekir’in evine geldim o gün.
Resulullah ferahladı
Hazret-i Aişe’den nakledilir ki yine:
Üzerime atılan iftira üzerine,
Derhal müsaadesini alarak o Serverin,
Evine geldim hemen, babam Ebu Bekir'in.
Bu dedikoduları hiç hazmedemiyordum.
Anneme anlatınca, bana dedi: (Ey yavrum!
Bir kadın ki, güzeldir ve zevci onu sever,
Böyle olan kadına, söylerler böyle sözler.)
Ancak hiç bir şekilde teselli bulmuyordum.
Bana nasıl iftira atarlar ki diyordum.
Acep Resulullah da duydu mu bu sözleri?
Babamın da bunlardan oldu mu ki haberi?
Diye düşünür iken, ağladım o arada.
Kur'an okuyor idi babam öbür odada.
Ağladığımı duyup, sordu gelip annemden.
Öğrenince, o dahi ağladı kederinden.
Dedi: (Ey kızcağızım, sabredelim biz yine.
Belki vahiy gönderir Rabbimiz Habibine.)
Ancak hiç bir şekilde olmuyordum teselli.
Zira bu hadiseye üzülmüştüm bir hayli.
Devamlı ağlamaktan, ağrıdı gece başım.
Tâ ki sabaha kadar hiç dinmedi gözyaşım.)
O esnada evinde, Allah'ın Peygamberi,
Ömer ibnil Hattab’a anlatıp bu şeyleri,
Buyurdu ki: (Ya Ömer, ne diyorsun buna sen?)
Dedi: (Ya Resulallah, bilirim ki yakinen,
Bunlar, münafıkların uydurduğu yalandır.
Sakın inanmayınız, kâmilen iftiradır.
Zira Cenab-ı Allah, pislik bulaşır diye,
Mübarek bedenine kondurmaz sinek bile.
Seni, bu az pislikten koruyan cenâb-ı Hak,
Ehl-i beytini dahi bundan korur muhakkak.)
Dinledi Resulullah onu bu meselede.
Osman ibni Affan’ı çağırdı bu sefer de.
Halk içinde dolaşan iftira sözlerini,
Söyleyip, sual etti onun dahi fikrini.
O da arz eyledi ki: (Muhakkak ki bu sözler,
Yalan ve iftiradır, vermeyin asla değer.
Allah, senin gölgeni düşürmez ki zemine,
Na mübarek bir kişi basmasın üzerine.
Korurken Hak teâlâ az bir şeyden gölgeni,
Daha büyük pislikten korumaz mı zevceni?)
Başka bir sahabi de, dedi: (Ya Resulallah!
Bunlar, münafıkların uydurmasıdır vallah.
Tamamen iftiradır, itibar etmeyiniz.
Zira biz sahabiler, hep aynı fikirdeyiz.)
Bu sözler, huzur verdi o Serverin kalbine.
Kalkıp, teşrif eyledi Ebu Bekrin evine.
Sil gözünün yaşını
Aişe-i Sıddıka diyor ki: (Münafıklar,
O gün, benim hakkımda atınca iftiralar,
Öyle çok üzüldüm ki, beynime sıçradı kan.
Gece gün, gözyaşıyle ağlıyordum durmadan.
Ensardan bir hatun da, benimle ağlıyordu.
Ansızın Resulullah bize teşrif buyurdu.
Hamd ve senadan sonra, kaldırarak başını,
Buyurdu: (Ya Aişe, sil gözünün yaşını.
Bildirir elbet Allah doğruyu bize yine.
Şahid olur O bizzat, senin temizliğine.)
Ben, sesini duyunca Allah'ın Resulünün,
Ağlamayı bırakıp, ferahladım büsbütün.
Çünkü Resulullahın, kim görseydi yüzünü,
Bir anda unuturdu cümle üzüntüsünü.
Bir cevap vermesini, istedim pederimden.
Dedi: (Ey kızcağızım, ne diyeyim şimdi ben?
Cahiliyye devrinde, biz bir şey bilmiyorduk.
Yine de böyle sözler asla işitmiyorduk.
Şimdi elhamdülillah, temiz oldu kalbimiz.
İslam’ın nuru ile, düzeldi her halimiz.
Şimdi bu münafıklar, bize böyle söylerler.
Bilmem ki ne diyeyim, ey kızım sen cevap ver.)
Dedim ki: (Haberim yok vallahi hiç bir şeyden.
Haberdardır Rabbimiz, aşikâr ve gizliden.
Bir insan, (yaptım) derse, yapmadığı bir işi,
İftira etmiş olur kendisine o kişi.
Vallahi söyleyecek başka sözüm yok benim.
Ancak Yusüf Nebinin dediğini söylerim.
Sabretmek güzel şeydir demişti ki o Nebi,
Ben dahi sabrederim Onun yaptığı gibi.)
Yakub diyecek yerde, meğer şaşkınlığımdan,
Ve o üzüntü ile, Yusüf demişim o an.
Sonra dönüp oturdum arkama dayanarak.
Diyordum ki, Rabbimden vahiy gelir muhakkak.
Şunu söyleyeyim ki Allah hakkı için ben,
Henüz kalkmamıştı ki Resulullah yerinden,
Görünmeye başladı vahiy alametleri.
Validemle pederim anladılar bu hali.
Vahiy tamam olunca, kaldırdı örtüsünü.
Ondördüncü (Ay) gibi, parlak gördüm yüzünü.
İnci gibi terleri silerek gül yüzünden,
Buyurdu: (Ya Aişe, müjde var Rabbimizden.
Mazhar oldun şimdi sen, Rabbimizin methine.
Şahittir bizzat Allah, senin temizliğine.)
Babam bunu duyunca, sevinerek begayet,
Dedi: (Kızım, haydi kalk, Resule teşekkür et.)
Ben artık sevincimden ağlıyordum durmadan.
Rabbimin ihsanıyla kurtuldum bu beladan.
|