Ahmet Mekki Efendi buyurdu ki: (Aman ha!
Sakın gaflet edip de, girmeyin bir günaha.
Her işi, dine uygun yapın ki siz muhakkak,
Zira hesap soracak her işten cenâb-ı Hak.)
Bir gün de buyurdu ki: (Âlimleri eğer biz,
Tanımamış olsaydık, ne olurdu halimiz?
Onların kitabını okumak suretiyle,
İslam’ın ahkamını, öğrendik bilvesile.
Ayırdık bu sayede hakkı, bâtıl olandan.
Dünyada büyük nimet, var mıdır daha bundan?
Küfürden kurtardılar bizleri o kitaplar.
Yoksa sonsuz azaba olacaktık giriftar.
Âlimler buyurdu ki: Eğer mümin kimseler,
Cennette verilecek nimetleri bilseler,
Yani amellerine karşılık, Rabbimizin,
Vereceği nimeti, etseler biraz tahmin,
O an, kendilerini unuturlar neşeden.
Sokakta oynarlardı, hiç bir şey düşünmeden.
Nitekim Sahabeden, Bilal-i Habeşi de,
Oynamaya başladı, bir gün mescit içinde.
Hazret-i Ömer görüp, buyurdu ki: (Ya Bilal!
Hiç mescidin içinde oynanır mı, ne bu hal?)
O ise oynamaya yine devam ederek,
Ve Resul-i zişânı işaret eyleyerek,
Buyurdu ki: (Mescidin sahibi oradadır.
Bana mani olmaya, sırf Onun hakkı vardır.)
Hazret-i Ömer Faruk şaşırdı buna daha.
Hemen gidip arz etti bunu Resulullaha.
Çağırdı Resulullah Bilal-i Habeşi’yi.
Ve sual eyleyince kendisinden bu şeyi,
Dedi: (Ya Resulallah, neşeden oynuyorum.
Rabbime, bir şey için teşekkür ediyorum.)
Çünkü Allah, her şeyi sana ihsan eyledi.
Velakin bir şey var ki, onu sana vermedi.)
(O nedir?) buyurunca, dedi ki: (Hidayettir.
İnsanların kalbine, iman nuru vermektir.
Bu, elinde olsaydı, ederdi herkes iman.
Hep Müslüman olurdu bilcümle Arabistan.
Hem önce, akrabanı getirirdin imana.
Onlardan, sıra bile gelmezdi belki bana.
Senin akrabaların seni inkâr ederken,
Ben sana iman ettim, bir Habeşli köleyken.
Senin vasıtan ile inandım, seni sevdim.
Bu Habeşli Bilal’e bahşetti bunu Rabbim.
Bu, Onun ihsanıdır, şükür elhamdülillah.
Bu yüzden oynuyorum işte ya Resulallah.)
|