O hazret-i Ali ki, dünyaya geldiğinde,
Gördü Resulullahı, ilkin kendi evinde.
O Server, o gün onu kaldırıp beşiğinden,
Kucağına alarak, bağrına bastı hemen.
Ve mübarek dilini, ol Hüdâ’nın Habibi,
Koydu onun ağzına, gonca yaprağı gibi.
Esrar çeşmelerinin, kaynağı gibi olan,
O mübarek dilini, sevgi ile o zaman,
Emzirince Ali’ye Resulullah bir müddet,
Geçti ona böylece feyiz, ilim ve hikmet.
Sonra da, bir leğene yatırıp sevgi ile,
Yıkadı Resulullah, onu kendi eliyle.
Ve lakin yıkayınca onun bir tarafını,
Kendi çeviriyordu, Ali öbür yanını.
Bu hali görür görmez, Aliyyül Mürteza’dan,
Ağlamaya başladı, Fahr-i âlem o zaman.
Sorunca validesi, niçin ağladığını,
Buyurdu: (Ben yıkarım, şimdi bu evladını.
Zaman gelir, vakta ki edince ben de vefat,
Benim bedenimi de, yıkar o gün bu evlat.
O da beni yıkarken, o gün kendi eliyle,
Ben de, kendiliğimden dönerim işte böyle.)
Bir gün de Resulullah, Harem'e geldiğinde,
Oturtmuştu onu da, omuzu üzerinde.
Baktı, pehlivanlardan bahsederler o ara.
Aliyyül Mürteza’yı göstererek onlara,
Buyurdu ki: (Şu oğlum, gelecek ki bir zaman,
Olacak herbirinden daha üstün pehlivan.
Herkesin erkek aslan diye övdüklerini,
Birer birer devirip, dürer defterlerini.)
Onlar, hayret ederek dediler: (Ne diyorsun?
Bir küçük çocuk için, neler vaad ediyorsun.)
Buyurdu: (Unutmayın sözlerimi şimdi siz.
Seneler sonra bunu, görürsünüz hepiniz.)
Yine Ebu Talip'le, giderken oğlu Cafer,
Gördüler bir gün onu, Resul ile beraber.
Baktılar, sağ yanına durmuş hem de Resulün,
İkisi, cemaatle namaz kılıyor o gün.
İbadette görünce Ebu Talip, Ali'yi,
Dedi ki: (Haydi Cafer, çabuk gidip sen dahi,
Muhammed-ül emin'in, sol yanına dur hemen.
Sen de namaz kılarak, bu devletle şereflen.)
O da gelip, hemence, namaza oldu dahil.
Resulün sevgisine, o günden oldu nail.
Resulullah, onun da namaza durmasına,
Sevinip, buyurdu ki: (Müjdeler olsun sana!
İki kanat verir ki, Rabbimiz sana yarın,
Onlarla, yeryüzünden cennetlere uçarsın.)
|