Eyüp aleyhisselam, o şehrin haricinde,
Yaşıyordu küçük bir kulübenin içinde.
Onu, Rahime hatun yapmıştı ot ve saptan.
Ona hizmet ederdi bıkmadan, usanmadan.
Bir gün Rahime hatun, yiyecek aramağa,
Kulübeden ayrılıp, gitmişti az ırağa.
O, Eyüp Peygamberin ayrılınca yanından,
Henüz akşam olmaya var idi hayli zaman.
Tekrardan kulübeye dönmemişti ki hemin,
Hak teâlâ emriyle, geldi Cibril-i emin.
Ve ona buyurdu ki vahiyde Hak teâlâ:
(Ya Eyüp, vermiş idim sana ben dert ve bela.
Sen, bunların hepsine gösterdin sabır, sebat.
Şimdiyse vereceğim sana nimet ve sıhhat.
Yere vur ayağını, iki su fışkıracak.
Onlardan biri soğuk, biri sıcak olacak.
Sıcağıyle gusl eyle, iç soğuk olanından.
Sıhhate kavuşursun bunları yaptığın an.)
Eyüp Nebi alınca bu emrini Rabbinin,
Güçlükle kulübeden dışarı çıktı ilkin.
Sonra da ayağını, hafifçe vurdu yere.
İki pınar fışkırdı önünde birden bire.
Biri ile gusledip, içti öbür pınardan.
Halas oldu bir anda bütün hastalıklardan.
Öyle ki, hiç kalmadı bir derdi ve mihneti.
Geri geldi tamamen, eski gücü, kuvveti.
Hak teâlâ, derdine bir anda verdi deva,
Gencecik delikanlı oluverdi bu defa.
Cibril, libas getirdi Cennetten ona birkaç.
Ve Cennetten, başına giydirdi süslü bir taç.
Daha sonra, bir lütuf bulutu geldi yine.
Altın parçacıkları saçıldı üzerine.
O sırada Rahime, şehirden etti avdet.
Ve lakin birdenbire şaşırıp etti hayret.
Zira görememişti o hazret-i Eyüb’ü.
Çok taaccüb etti ve garibine gitti bu.
Genç ve güzel bir adam otururdu orada.
Eyüp Peygamber ise, yok idi ortalarda.
Düşündü ki: Ben bundan, hiçbir şey anlamadım.
Zira o, tek başına yürüyemez tek adım.
Hiç mecali yok iken az harekete dahi,
Nereye gidebilir o şimdi ya ilahi?
Endişeye kapılıp, sahraya koştu o an.
Sağa sola seğirtip, eyledi feryat figan.
Ve derdi ki: (Ya Eyüp, nerdesin şimdi acep?
Seni hangi canavar kaçırıp da yedi hep?
Ya Rabbi ne acayip, ne garaip haldir bu.
Sen her şeye kadirsin, buldur bana Eyüb’ü.)
Böyle koşuştururken sağa sola sahrada,
Eyüp Nebi, Cibril’le otururdu orada.
Ve lakin sıhhat bulup, genç halini almıştı.
Rahime onu görmüş, lakin tanımamıştı.
Cibril, Eyüp Nebi’ye dedi ki bir aralık:
(Rahime’yi çağır da, kendini tanıt artık.)
|