Resulullah eğilip, bir avuç kum alarak,
Onları, kâfirlerin üstüne savurarak,
Buyurdu ki: (Yüzleri kara olsun küffârın!,
Kalblerine korku sal ya Rabbi sen onların.)
Sonra Eshaba dönüp, verdi bir hücum emri.
Şanlı Eshab, bir anda atıldılar ileri.
Tekbir sedalarıyla oklar fırlatılmaya,
Taşlar, sonra mızraklar başladı atılmaya.
O gün hazret-i Hamza, iki kılıç alarak,
Çarpışırdı, küffârı birbirine katarak.
Hazret-i Ömer ile, Allah arslanı Ali,
Vuruşurlardı o gün birer arslan misali.
Sa'd bin Ebi Vakkas bir de Zübeyr bin Avvam,
Kâfirleri şaşkına döndürüyorlardı tam.
Abdullah bin Cahş ile, hem de Ebu Dücane,
Savaşıyorlar idi kavi ve çevikane.
Her sahabi, geçilmez birer kale olmuştu.
Ve tekbir sedaları, âlemi doldurmuştu.
Allahü teâlânın varlığı ve birliği,
Kâfirlerin beynine inerdi balyoz gibi.
Resulullah, (Ya Hayyü, Ya Kayyum!) diyerekten,
Allahü teâlâya yalvarırdı yürekten.
Hazret-i Ali der ki: (Hepimiz, Bedir günü,
Öyle görmüş idik ki Allah’ın Resulünü,
İçimizde en yiğit, en cesur, en kahraman,
Ve en cesaretlimiz, Resulullahtı o an.
En yakın O dururdu müşriklerin safına.
Sıkıştığımız zaman, sığınırdık biz Ona.)
Müşrikler, Ebu Cehl’i tam ortaya aldılar.
Birini, onun gibi giydirip donattılar.
Abdullah bin Münir’di bu nasipsizin adı.
Onun, Hazret-i Ali başını kesip aldı.
Sonra da, Ebu Kays’ı yaptılar böyle aynen.
Hazret-i Hamza dahi öldürdü onu hemen.
Hazret-i Ali’ye de, bir müşrik saldırmıştı.
Kılıcı, kalkanına saplanıp da kalmıştı.
Hazret-i Ali dahi, Zülfikârı çekerek,
Öyle kılıç çaldı ki ona (Allaah!) diyerek.
Zırhlar örttüğü halde müşrikin vücudunu,
Zırhı ile birlikte, ikiye biçti onu.
Hazret-i Hamza dahi vurunca o kâfire,
Miğferiyle beraber, kellesi düştü yere.
Peygamber efendimiz, bu iki sahabiyi,
Görüp, kendilerini methetti bizatihi.
Ve onların hakkında buyurdu ki o günde:
(Onlar, arslanlarıdır Allah’ın yeryüzünde.)
Hazret-i Ukaşe de, yanında o Resulün,
Çarpışırken, kılıcı kırıldı birden o gün.
Resulullah, yerden bir hurma dalı aldılar.
Hazret-i Ukaşe'ye, o dalı uzattılar.
Dediler: (Ya Ukaşe, al, bununla devam et.)
O dal, bir kılıç oldu, büyüktü hem de gayet.
Uzun, parlak ve keskin, hem kalındı bir miktar.
Savaştı o kılıçla harbin sonuna kadar.
|