İslam ordularının haşmetini görerek,
Ebu Süfyan’ın kalbi yumuşamış idi pek.
Dedi: Rum kayserini ve Acem kisrasını,
Gördüm hem de bunların mülk ve saltanatını.
Fakat hiçbirisinde yoktu böyle ihtişam.
Bu ordu, herbirinden daha güçlü, muazzam.
Bu kudretli orduya kimse karşı koyamaz.
Hiçbir ordu, bunlara, asla baş kaldıramaz.
Bunları düşünerek tuttu Mekke yolunu.
İslam’ın bu haşmeti, etkilemişti onu.
Gelip Kureyşlilere dedi ki: (Ey insanlar!
Tâ yanıbaşınıza sokulmuş Müslümanlar.
Öyle büyük orduyla gelmiş ki hem Muhammed,
Karşısında durmanın imkanı yoktur elbet.
Boş yere kendinizi aldatmayın şimdi siz.
Müslüman olunuz ki, kurtulabilesiniz.
Her kim Ebu Süfyan’ın evine girer ise,
Kendisini ölümden halas eder o kimse.
Ve her kim, Beytullaha sığınırsa eğer ki,
O da, öldürülmekten kurtulur elbette ki.
Her kim de, kapanırsa, girip kendi evine,
Onlar da kurtulurlar, ölümden elbet yine.)
Bu sözler üzerine, korkudan Mekkeliler,
Koşarak, bu üç yerden birisine girdiler.
Onikibin Müslüman ve Server-i kâinat,
Zituva mevkiinde toplanmıştı o saat.
Âlemlerin sultanı hatırladı ki hemen:
Tam sekiz sene önce ayrılmıştı Mekke’den.
Müşrikler sarmış idi saadethanesini.
Öldürmek isterlerdi o gece kendisini.
O, Yasin-i şeriften âyetler okuyarak,
Çıkmıştı hanesinden aşikâre olarak.
Kimseye görünmeden, Ebu Bekrin yanına,
Gitmiş ve oradan da, varmıştı Sevr dağına.
Mekke hudutlarından ayrılmadan hem dahi,
Demişti ki: Ey Mekke, bilirim ki vallahi,
Sen, bu dünya yüzünde, en hayırlı mekansın.
Ben ve Allah katında, en sevgili olansın.
Zorla çıkarılmamış olsa idim eğer ben,
Bilmiş ol ki, hiç senden ayrılmazdım katiyen.
Böyle düşündüğünde, Cebrail gelmiş idi.
Tekrar döneceğini Ona müjdelemişti.
Kendilerinden kat kat üstün düşmana karşı,
Nasıl kazanmışlardı yapılan her savaşı.
Şimdiyse oniki bin kişi vardı yanında.
Hepsi, pervane gibi, dönerdi etrafında.
Mekke’ye girmek için, emir bekliyorlardı.
Resulullah, o anda bunları hatırladı.
Ve bütün bunlar için, hamdeyleyip Rabbine,
Başını, tevazuyla eğiverdi önüne.
|