Peygamber efendimiz, o kıyamet gününde,
Gelip durur günahkâr ümmetinin önünde.
O an Hak teâlâdan şöyle bir nida gelir:
(Habibim, ümmetini al ve hesaba getir.)
O zaman Eshabıyla, âlim ve velileri,
İleri sürer hemen, şehid ve salihleri.
Rabbimizden bir nida gelir ki: (Ya Muhammed!
Ümmetinin tamamı bunlardan mı ibaret?
Mutileri getirdin, hani nerde asiler?
Âlimleri getirdin, peki nerde zalimler?
Sen, namaz kılanları getirdin buraya hep.
Peki kılmayanları nerdedir şimdi acep?)
Arz eder ki: (Ya Rabbi, buyurduğun gibidir.
Ama onlar, yine de seni bir bilmişlerdir.
Onlar puta tapmadı, sana şirk koşmadılar.
Tevhid üzere olup, küfürden hep kaçtılar.
Bağışla suçlarını işbu imanlarına.
Layık görme onları Cehennem azabına.)
Rabbimiz buyurur ki: (Ey benim Peygamberim!
Ümmetinin hepsine, şefkatim çoktur benim.
Ümmetini, kendime eylemişim muhatap.
Onun için sorarım onlara bugün hesap.
Onlarla söyleşmeyi sevmeseydim eğer ben,
Hep Cennete koyardım, hiç hesaba çekmeden.)
Bir gün de Mikail’le Cibril aleyhisselam,
Resulullaha gelip, verdiler önce selam.
Sonra Cibril, Resulün sarılıp örtüsüne,
Sevgi ve muhabbetle öpüp sürdü yüzüne.
Sorunca Resul bunun hikmetini Cibril'den,
Mikail izin alıp, arz etti şöyle hemen:
Cebrail, gelmek için huzurunuza sizin,
Allahü teâlâdan istedi çokça izin.
Melekler, kendisine sual eylediler ki:
(Çok izin istemenin sebebi nedir peki?)
Dedi ki: (Ben aşıkım Ona can-ü gönülden.
Ve hiç duramıyorum kendisini görmeden.)
Yine Resul-i ekrem, dünya ve ahirette,
Herkes için, rahmet ve berekettir elbette.
Rahmetinden, herkesin olur istifadesi.
Hatta kâfirlere de ulaşır faidesi.
Şöyle ki, azabları verilmez dünyada pek.
Yani tehir edilir, ahiret gününe dek.
Yine bir gün bir köylü, gelip Efendimize,
Dedi: (Ya Resulallah, bir sualim var size.
Öteki ümmetlere nisbeten bu ümmetin,
Üstünlüğü nasıldır, lütfedip izah edin.)
Buyurdular ki: (Benim, diğer Peygamberlerden,
Üstünlüğüm nasılsa, öyledir bu da aynen.)
|