Zamanın sultanı, bir gün mükellef bir ziyafet tertib edip, Ebül Hasen-i Şazili hazretlerini “rahmetullahi aleyh” saraya davet etti.
Ebül Hasen hazretleri, daveti kabul edip o gün vardı saraya.
Sultan, kapıda karşılayıp çok iltifat etti.
Yemekten sonra da hürmetle uğurladı bizzat.
Lakin o ayrılınca, bir kısım münafıklar sultana gelip, Bu Veliyi fena tanıttılar ona.
Hakkında türlü iftiralar attılar.
Sultan inandı onlara.
Ve bir muhafızına;
- Onu yakala ve öldür! diye emretti.
Emri alan muhafız, çok üzüldü.
Ancak emri veren sultandı.
İstemeyerek de olsa,
- Baş üstüne efendim, dedi.
Öyle bir şey yapın ki…
Ve Ebül Hasen hazretlerinin huzuruna çıkarak;
- Efendim! Zat-ı alilerine hürmetim çoktur. Allah’ın sevgili kulusunuz, dedi. Ancak böyle bir emir verdi sultan. Şimdi öyle bir şey yapın ki, sultan onu görünce vazgeçsin bu kararından.
Ona irice bir taşı gösterip;
- Şu taşı sultana götür! Hazinesine koysun, buyurdu.
Muhafız eline alır almaz altın oldu koca taş.
O altını, götürüp sultana teslim etti.
Sultan onu görünce, vazgeçti o fikrinden.
Gidip özür diledi Hakk’ın bu Velisinden.
İmanını kurtaranlar
Bu zat, bir gün;
- Kardeşlerim, bu asırda yaşayan Müslümanlar, günah işlememek için gayret ediyorlar, buyurdu.
Ve ekledi:
- Ama öyle bir zaman gelecek ki, o ahir zamanda yaşayan Müslümanlar, küfre düşmemek için gayret edecekler. O devir, imanını kurtarmak devridir.
|