Ya peygamber, yahut da evliyadan, büyük zat.
Zira Nebiliğine, Kur’anda yok sarahat.
Küçük yaşta öğrenip, ezberledi Tevrat’ı.
Kudüs’te yaşadı ve orda oldu vefatı.
İsrail oğulları, ilahi emirlere,
Göz yumup, uymayınca birçok Peygamberlere,
Cezalandırmak için, Hak teâlâ onları,
Bela etti o kavme zalim Buhtunnasar’ı.
Babil'in hükümdarı olan bu Buhtunnasar,
Ordusuyla saldırıp, yaptı çok zulüm, hasar.
Kudüs’ü de istila eyleyip, etti harap.
Savunmasız millete, verdi elem, ızdırap.
Mescid-i Aksa’yı da eyledi yer ile bir.
Çoklarını öldürüp, gençleri etti esir.
Hazret-i Uzeyr dahi, esirler içindeydi.
Buhtunnasar, Kudüs’ten Babil’e geri geldi.
Uzeyr Nebi, Babil’de esir kaldı bir müddet.
Lakin çok isterdi ki, Kudüs’e etsin avdet.
Elli yaşındaydı ki, nihayet verdi karar.
Merkebine binerek, Babil’den etti firar.
Kudüs yakınlarında buldu sonra kendini.
İnerek, bir ağaca bağladı merkebini.
Nazar etti etrafa, gördü ki, koca şehir,
Viraneye çevrilmiş, oldu çok müteessir.
Karnı da acıkmıştı, çok yorgun idi zaten.
Biraz incir ve üzüm kopardı o bahçeden.
İncirden biraz yiyip, üzüme geldi sıra.
Onları da sıkarak, yaptı taze bir şıra.
Ondan dahi içerek, bir tefekküre daldı.
Yıkılmış hanelere, harap yollara baktı.
İnsanların, çürümüş ten ve kemiklerine,
Bakıp, şöyle söylendi bir an kendi kendine:
(Böyle harab olmuşken, bu beldenin her yeri,
Nasıl ihya edecek, Hak teâlâ bu yeri?)
O böyle düşünürken, uykuya daldı birden.
Kabzetti hak teâlâ, ruhunu bedeninden.
Ve lakin Allah onun, aldıysa da ruhunu,
İnsanlardan, yüz sene gizledi vücudunu.
Ölmüş olduğu halde Uzeyr aleyhisselam,
Bu kadar yıl, bedeni, kalmıştı sapasağlam.
Yüz sene hitamında, Hak teâlâ, Uzeyr’i,
Diriltip, kendisine gönderdi bir meleği.
(Ne kadar zaman geçti?) diye sordu o melek.
Dedi ki: (Bir gün veya daha az olsa gerek.)
Çünkü uyuduğunda, olmuştu yeni gündüz.
Dirilince baktı ki, batmamış güneş henüz.
Melek dedi: (Ya Uzeyr, yüz yıl geçti aradan.
Bak, yiyeceklerin de, duruyor bozulmadan.)
Baktı, incir ve üzüm taptaze duruyorlar.
Dalından yeni kopmuş gibiydi hem de onlar.
Merkebine baktı ki, hep çürümüş etleri.
Birbirinden ayrılıp, toz olmuş kemikleri.
Melek dedi: (Merkebin çürümüş, bitmiş, ancak,
Hak teâlâ, yeniden bak nasıl yaratacak?)
Uzeyr aleyhisselam, bakarken merkebine,
Dirilip, yürümeye başladı hemen yine.
Dedi ki: (Ben elbette biliyorum pekala.
Şüphesiz ki her şeye kadirdir Hak teâlâ.)
Onu tanımadılar
Uzeyr aleyhisselam, dirilen merkebine,
Binerek, geldi yine Kudüs vilayetine.
Lakin tanıyamadı insanları, evleri.
Zira yüz yıl geçmişti ayrıldığından beri.
Eski mahallesinin, tahmin edip yerini,
Bir sokağa girerek, durdurdu merkebini.
Bir hanenin önünde, bir kadın gördü, fakat,
Gözleri ama idi, eli ayağı sakat.
Sordu ona: (Uzeyr’in eski evi nerdedir?)
Eliyle göstererek, dedi: (İşte şu evdir.
Ben dahi yüz yıl önce onun hizmetçisiydim.
Tekrar geleceğine yok artık hiç ümidim.)
Ağlamaya başladı Uzeyr de o aralık.
Buyurdu: (Ben Uzeyr’im, yurduma döndüm artık.)
Lakin o inanmadı, düşündü ki hemence:
Ben nasıl inanayım Uzeyr diye bu gence?
Derhal kabul olurdu Uzeyr’in her duası.
Şimdi çıkar meydana doğruysa iddiası.
Dedi: (Sen Uzeyr isen, dua et de bakayım.
Gözlerim açılsın ve tutsun elim ayağım.)
Uzeyr aleyhisselam dua etti Rabbine:
(Ya Rabbi, bu kadının şifa ver her derdine.)
Kadının kör gözleri, iyi oldu bir anda.
Ve canlılık hissetti el ve ayaklarında.
Buna çok sevinerek, koştu hemen evine.
Söyledi bunu diğer aile fertlerine.
Onsekiz yaşındaki oğlu da, o zamanlar,
Yüzonsekiz yaşında olmuştu bir ihtiyar.
Ak saçlı, pir-i fani haldeki o evladı,
Gelip gördü ise de, onu tanıyamadı.
Dedi: (Bakın sırtına, Hilal gibi beyaz bir,
Ben varsa, anlayın ki hakikaten Uzeyr’dir.)
Uzeyr aleyhisselam kaldırdı gömleğini.
Aile fertlerinin hepsi gördü o ben’i.
O zaman bildiler ki, Uzeyr’dir hakikaten.
Şehir ahalisi de duydular bunu hemen.
Sevinç ve heyecanla yanına seğirttiler.
Baktılar, yüz yıl önce nasılsa, aynı Uzeyr.
Ve lakin doğru yoldan ayrılıp o insanlar,
Azıp sapıtmışlardı iyice o zamanlar.
Uzeyr Nebi, onlara eyledi çok nasihat.
Onun öğütlerini tutmadı kimse fakat.
Dediler: (Sen, Tevrat’tan söylüyorum diyorsun.
Buhtunnasar, onları yakmıştı biliyorsun.
Şu anda yeryüzünde Tevrat’tan yokken eser,
Bize, senin sözlerin asla olmaz muteber.)
Onlardan bir tanesi dedi ki: (Filan dağda,
Tevrat'ın bir nüshası gömülüdür şu anda.)
Çıkarıp getirdiler o nüshayı acilen.
Dediler ki: (İmtihan edelim onu hemen.)
Ezberden okuyunca Uzeyr aleyhisselam,
Baktılar, okuduğu, Tevrat’ın aynısı tam.
Dediler ki: (İçinde, başka şey var bu işin.
Zira bu, mümkün değil normal bir insan için.
Yüz yıl geçtiği halde, okuduğu doğrudur.
Öyleyse şüphe yok ki, o, Allah’ın oğludur.)
Uzeyr aleyhisselam, nasihat ettiyse de,
Ve lakin o ahmaklar, inanmadı yine de.
|