Sadreddin-i Konevi, ilim ehli, büyük zat.
Verirdi insanlara hep öğüt ve nasihat.
Hazret-i Mevlana’nın hocası olan bu zat,
Aslen Konyalı olup, bu yerde etti vefat.
Muhyiddin-i Arabi, hem üvey babasıydı,
Hem onu yetiştiren üstad ve hocasıydı.
Binlerce talebeye ders verdi zamanında.
Çok âlim ve evliya yetişmişti yanında.
Daima zühd ve takva üzereydi her hali.
Haram korkusu ile, terk etti çok helali.
Kimseyi incitmezdi, mütevazıydı gayet.
Dünya mal-ü mülküne, vermezdi değer, kıymet.
Muhyiddin-i Arabi, onu, kendi elinde,
Çok iyi yetiştirdi, her zahiri ilimde.
Hatta onun hakkında, şöyleydi ki emeli:
Tasavvufta yükselip, olsun büyük bir veli.
Lakin hayatta iken, göremedi o bunu.
Zira daha önceden, teslim etti ruhunu.
Sadreddin-i Konevi, anlatıyor ki bizzat:
Üstadım Muhyiddin-i Arabi etti vefat.
Ziyaret ediyorken, mübarek türbesini,
Gördüm parlak nur gibi, ruhani suretini.
Onun güzelliğine bakıyorken hayretle,
O, boynuma sarıldı sevgi ve muhabbetle.
Buyurdu ki: (Rabbime hamd olsun ki evladım,
Yine de boş çıkmadı, o niyet ve maksadım.
Çok yüksek makamlara, isterdim yükselmeni.
Lakin görememiştim, dünyada böyle seni.
Şimdi elhamdülillah, erdin bu makamlara.
Sen de, saç bu feyzleri istekli olanlara.)
Ben hocamın ruhundan, dinlerken bu sözleri,
Kayboldu göz önünden, bir anda suretleri.
Ve yine kendileri anlatır ki şöylece:
Muhyiddin Arabi’yi, rüyada gördüm gece.
Ellerini öperek, dedim ki: (Ey üstadım!
Allahü teâlâdan, var ki şöyle muradım,
Ondan gayri ne varsa, unutayım hepsini.
Hiç hatırlamayayım hatta bir tanesini.
Lakin unutmayayım, Rabbimi bir an bile.
Her saniye ve her an, olayım Onun ile.
Bu çok büyük nimete kavuşabilmem için,
Müstecap duanıza, ihtiyacım var sizin).
Buyurdu: (Ey Sadreddin, müjde vereyim sana.
Ereceksin yakında, bu manevi ihsana.)
Çok geçmeden bu nimet, verildi bu fakire.
Hamd olsun bunun için Rabbime sonsuz kere.)
Sadreddin-i Konevi henüz vefat etmeden,
Vasiyetnamesini yazdı daha evvelden.
Buyurdu ki: (Yakında, bir fitne kopacaktır.
Ondan, çoğu Müslüman kurtulamayacaktır.)
Hakikaten aradan geçmedi fazla sene.
Moğollar saldırdılar, Selçuklu devletine.
Bu insafsız insanlar, yakıp yıktı her yanı.
Ve şehid eylediler, binlerce Müslümanı.
Haydi vakit daraldı
Geldi Şems-i Tebrizi, Konya vilayetine.
Mevlana onu görüp, aşık oldu kendine.
İkisi, bir odaya kapanarak büsbütün,
Sohbet ederlerdi hep, devamlı gece ve gün.
Diğer talebeleri ve sair sevenleri,
Ve şehrin ilim ehli bir kısım âlimleri,
Mevlana hazretleri bizi bıraktı diye,
Konya’yı terk ederek, gittiler Denizli'ye.
Sultan Alaaddin de, işitince bu hali,
Onların gitmesine, içerledi bir hayli.
Sadreddin Konevi’nin, büyük zat olduğunu,
Bildiğinden, yanına çağırdı hemen onu.
Dedi: (Bugün Cumadır, ama bazı âlimler,
Konya'yı terk ederek, Denizli'ye gittiler.
Onların olmaması, bu Cuma namazında,
Şanımıza noksanlık getirir esasında.
Şahsen çok içerledim böyle gitmelerine.
Bir çare arıyorum, geri gelmelerine.
Senden ricam şudur ki, Denizli'ye gidesin.
Onları toparlayıp, Konya'ya getiresin.)
Sadreddin-i Konevi, ona (Peki) diyerek,
Yöneldi Denizli'ye, katırına binerek.
Cumaya bekliyordu, Sultan o âlimleri.
Yerine gelmeliydi elbette ki bu emri.
Sadreddin-i Konevi, Allah'ın izni ile,
Bir anda vasıl oldu, Konya'dan Denizli'ye.
Arayıp buldu hemen, o din âlimlerini.
Tebliğ etti onlara, Sultan’ın bu emrini.
Dedi: (Arzu eder ki, şu anda Sultanımız,
Bu Cuma namazında, Konya'da olasınız.
Sakın Sultan emrine etmeyiniz itiraz.
Derhal hazırlanın da gidelim, vakit çok az.)
Dönmek istemediler velakin onlar geri.
Çeşitli bahaneler sürdüler hep ileri.
Dediler ki: (Dönmeyi, istesek de şimdi biz,
Cuma vakti, Konya'ya imkansız yetişmemiz.
Zira üç günlük yol var, Konya'ya Denizli'den.
Halbuki Cuma vakti, çok yaklaştı şimdiden.)
Buyurdu ki: (Siz buna peki deyin bir kere.
Hak teâlâ, elbette kadirdir her şeylere.)
O âlimler, bu söze eylediler çok hayret.
(Peki olur) dediler kendisine nihayet.
Bir tereddüt içinde binip hayvanlarına,
Denizli'den, düştüler Konya'nın yollarına.
Lakin henüz gitmeden, bir iki konak bile,
Gördüler ki, Konya'ya vasıl olmuş kafile.
Hatta Cuma ezanı okunmamıştı o an.
Padişah da sevinip, çok memnun oldu bundan.
O âlimler görünce, bu harikuladeyi,
Daha iyi bildiler, Sadreddin Konevi’yi.
Manevi kumandan
Mevlana hazretleri, Sadreddin Konevi’den,
Önce, göç etmiş idi, bu dünya âleminden.
Cenaze namazını, vasiyet gereğince,
Sadreddin-i Konevi kıldırmak isteyince,
Birden bire ağlayıp, kendinden geçti, fakat,
Bu halinden, hiç bir şey anlamadı cemaat.
Kendine geldiğinde, kıldırdı namazını.
Sonra sual ettiler ona ağlamasını.
Buyurdu: (Namaz için, geçtiğimde ileri,
Gördüm, saf saf dizilen binlerce melekleri.
Peygamber efendimiz, imam olmuş onlara,
Cenaze namazını kılarlardı o ara.)
O zamanlar orduda, yüksek rütbeli bir zat,
Sadreddin Konevi’nin, kabrine gelip bizzat,
Ziyaret eyleyerek, dua etti bir nice.
Sonra da cemaate, hitab etti şöylece:
(Her ne kadar orduda, kumandan isek de biz,
Memleketin, zahirde olan bekçileriyiz.
Velakin Sadreddin-i Konevi gibi zevat,
Bu devletin hakiki bekçileridir bizzat.
Biz böyle velilerin, manevi desteğiyle,
Güç kuvvet buluyoruz, Allah'ın izni ile.
Bunun için, ilk defa bir yere gelince biz,
Önce bu velileri ziyarete gideriz.)
Yine bir Müslüman da, bu zatı çok severdi.
Kabrine sık sık gelir ve ziyaret ederdi.
Bir gün bazılarına bağırıp çağırarak,
Kırmıştı kalblerini, hem de haksız olarak.
Gece, gördü rüyada Sadreddin Konevi'yi.
Buyurdu ki: (Evladım, incitme hiç kimseyi.
Bu, Kâbe'yi yıkmaktan günahtır daha fazla.
Onun için, kimsenin kalbini kırma asla.)
Öyle tesir etti ki, ona bu bir nasihat,
İncitmedi kimseyi, ömründe artık bu zat.
İstanbul'dan Konya'ya gitmiş idi biri de.
Lakin bir sıkıntısı var idi o günlerde.
Konya'daki dostuna anlatınca derdini,
Dedi ki: (Ziyaret et, Konevi'nin kabrini.
Onun vesilesiyle dua eyle Rabbine.
Hallolur bu sıkıntın, o zatın hürmetine.)
O dahi bu velinin türbesine giderek,
Dua etti, bu zatı vesile eyleyerek.
Sonra da İstanbul'a, Konya'dan çıktı yola.
Lakin kısa bir müddet, Bursa'da verdi mola.
Henüz vasıl olmadan, İstanbul'a bu kişi,
Bursa’dayken, bir gece, halledildi o işi.
İşin çabukluğuna, kendi de etti hayret.
Dedi ki: (Hakikaten, ne çabuk etti himmet.)
O, Kur'an-ı kerimden, okusa her ne zaman,
Onun dahi ruhuna, gönderir muntazaman. |