Gönül Sultanları.com >  Evliya Nasihatleri > Emin olma küfür tehlikesinden > Nasıl rahat uyunur?
Nasıl rahat uyunur?
Ahmet bin Harp vardı ki, Allah adamlarından.
Şiddetle kaçınırdı, her günah ve haramdan.

Rabbine, gece gündüz yapardı çok ibadet.
Günah işlememeye, ederdi sa’yü gayret.

Ömründe, hiçbir gece uyumadı tamamen,
Bunu soranlara da, şöyle derdi cevaben:

(Bir kul ki var önünde, ya Cehennem, ya Cennet,
Ya ebedi azaplar, ya da sonsuz saadet.

Ölünce, hangisine gidecek, yok bilgisi.
Bu insanın, yatmakla olur mu bir ilgisi?

Ateş mi, saadet mi, henüz belli değildir.
Bu kişi nasıl yatar, nasıl uyuyabilir?)

Derdi ki: Ey insanlar, bu toprak, yani bu yer,
İki kısım kimseye, hayretle nazar eder.

Biri şu kimsedir ki, gafil olur ölümden.
Rahatça yatar uyur, ölümü düşünmeden.

Halbuki toprak, ona, lisan-ı hali ile,
Seslenir ki: (Ey insan, kulak ver, beni dinle.

Şu rahat yatağına girip uyursun, lakin,
Bilmezsin ki, süratle yaklaşıyor ecelin.

Yakında, sen de ölüp gireceksin içime.
Nazik tenin çürüyüp, olacak lime lime.

Böyleyken, sen nasıl da rahatça uyuyorsun?
Bu korkunç hakikati niçin düşünmüyorsun?)

Öbürü, uğraşır hep hırsla dünya işiyle,
Bir arazi yüzünden, hasımdır kardeşiyle.

Lisan-ı hali ile toprak der ona dahi:
(Ey kişi, sen de bir gün öleceksin vallahi.

Zira bu kavgasını yaptığın arazinin,
Önceki sahipleri nerdedir, bilir misin?

Hepsi ölüp çürüdü, almıyorsun hiç ibret.
Senin de akıbetin, olacak öyle elbet.)

Derdi ki: (Çözemedim şu garip bilmeceyi.
Birine gündüz dense, o, hatırlar geceyi.

Ne kadar şaşılır ki, Cennet denilse ona,
Cehennemin varlığı, hiç gelmez hatırına.

Halbuki vallahi var, billahi var Cehennem.
Hem de, insanlar için yanacak ebediyen.)

Buyurdu: (Bir insan ki, erişmiş kırk yaşına.
Gitmiş gücü kuvveti ve ak düşmüş saçına.

Hatta hacca da gidip, Kâbe’yi etmiş tavaf.
Buna rağmen gafletten uyanmazsa, ne tuhaf.

O, hâlâ oyun ile geçirirse ömrünü,
Ve hiç düşünmez ise sonunu, ölümünü,

Ne kadar acınacak bir haldedir o insan.
Eceli yaklaşmış da, o, hâlâ eder isyan.)


Dehri iman ediyor

Bizanslılar devrinde, bir doktor yaşıyordu.
Allah’a inanmıyor, hâşâ (yoktur) diyordu.

O, semavi dinlerden, inanmazdı birine.
Derdi ki: (Var olmuştur, âlem kendi kendine.

Yoktur bu kâinatı bir yaratan, var eden.
Bana, isbat eylesin, aksini varsa diyen.

Kim ikna eder ise, beni kendi fikrine,
Ben dahi gireceğim, o kimsenin dinine.)

Halk ifsad oluyordu, zehirli sözlerinden.
Hıristiyan âlemi, aciz kaldı elinden.

Bunu, krallarına, gidip haber verdiler.
(Bu dinsizi, biz ikna edemedik) dediler.

Kralın da o ara, geldi ki hatırına:
Göndereyim bunu ben, Müslüman diyarına.

Onların âlimleri, daha çok bilgilidir.
Bu dehrinin haddini, ancak onlar bildirir.

Bir de mektup yazarak İslam hükümdarına,
Dedi: (Dinsiz bir doktor gönderiyorum sana.

Kendisi dehri olup, tanımıyor Rabbini.
Bildirsin ulemanız, bu dehriye haddini.)

Haber saldı hükümdar, Ahmed bin Harb’e hemen.
O dahi hükümdara, buyurdu ki cevaben:

(Hazırlayın sarayda, münazara yerini.
Ben biraz gecikirim, az beklesin o beni.)

Ahmed-i Harb, meclise geç gelince bilerek,
Sordu dehri: (Ne için, geç kaldınız?) diyerek.

Buyurdu ki: (Ben abdest almak için, Dicle'ye,
Gidince, şahit oldum gayet tuhaf bir şeye.)

(Ne gördünüz?) deyince, buyurdu: (Biraz evvel,
O suyun kenarında, ağaç vardı çok güzel.

Baktım, yere yıkıldı, sonra o ağaç yine,
Biçilip tahta oldu, hemen kendi kendine.

Sonra da bu tahtalar, insan eli değmeden,
birbiriyle birleşip, bir sandal oldu hemen.

Kayıkçısız, küreksiz, başladı yürümeye,
Bu sebeple geciktim, yanınıza gelmeye.)

Dehri bunu dinleyip, dedi ki: (Bu, delidir.
Bu saçma sözleri de, bunun bir delilidir.)

Buyurdu ki: (Ey ahmak, vazgeç bu gururundan.
Senin saçmalarının, bir farkı var mı bundan?

Sen dersin ki: Bu âlem, olmuş kendi kendine.
Bu sözün, uyuyor mu hiç bir akla ve dine?

Bir sandal ki, ustasız yapılamazsa madem,
Nasıl kendi kendine oldu bu koca âlem?

Bir âlem ki, içinde, ne ince sanatlar var.
Ay, güneş sistemleri, milyonlarca yıldızlar.

Akılları şaşırtan, bu incelikleriyle,
Bu âlem, hiç sahipsiz olur mu, peki söyle?)

Dedi ki: (Çok haklısın, lazım elbet bir yapan.)
Şehadeti getirip, imana geldi o an.

www.gonulsultanlari.com