İki büyük zat vardı o zaman Edirne’de.
Biri (Hasan Sezai), öbürü (Enis Dede.)
Edirne’nin valisi, çağırıp bir kimseyi,
Verdi ona, altınla dolu iki keseyi.
Dedi: (Bir tanesini götür Enis Dede’ye.
İkincisini dahi, ver Hasan Sezai’ye.)
Maksadı şu idi ki, bakalım bu veliler,
Dünyalık alırlar mı, yoksa red mi ederler?
O gelip, birinciyi verdi Enis dede’ye.
Dedi: (Bunu valimiz, etti size hediye.)
O, kabul etmeyerek, buyurdu ki: (Kardeşim!
Dünyalık şeyler ile yoktur benim bir işim.
Selamımı söyle ve de ki benden valiye.
Versin o altınları fukara ahaliye.)
O kişi (Peki) deyip, ayrıldı o veliden.
Ve Hasan Sezai’nin dergahına gelirken,
O sırada, dergahın, bazı esnaf kimseye,
Borcu biriktiğinden, gelmişler istemeye.
Lakin bulamayınca ödeyecek akçeyi,
Üzüntü kaplamıştı bu yüzden talebeyi.
Fakat Hasan Sezai, iltifat eyleyerek,
Oturttu her birini, birer yer göstererek.
Buyurdu ki: (Bir miktar oturup bekleyiniz.
Şimdi yolda geliyor sizin akçeleriniz.)
Biraz sonra o kişi, içeri attı adım.
Buyurdu: (Biz de seni bekliyorduk evladım.
Çabuk şu altınları ver de bizim memura.
Ödesin borcumuzu şu alacaklılara.)
Vali merak ederek o günkü hadiseyi,
Gelip ziyaret etti, önce Enis Dede’yi.
Dedi: (Siz, altınları almamışsınız, fakat,
Almış Hasan Sezai, yok mu bunda bir tezat?)
O, tebessüm ederek, buyurdu ki: (Ey vali!
Allah adamlarının değişiktir ahvali.
O, bir bahr-ı ummanı andırır ki mesela,
Az necaset düşse de, kirletmez onu asla.)
Vali, Enis Dede’nin görüp tevazuunu,
Anladı hakiki bir evliya olduğunu.
Ellerini öperek, çıktı onun evinden.
Ve Hasan Sezai’nin yanına geldi hemen.
Dedi ki: (Enis Dede, almadı o nimeti.
Sizse kabul ettiniz, nedir bunun hikmeti?)
Buyurdu: (Bir zümrüd-ü ankadır Enis Dede,
Yükseklerde uçar hep, ne işi var pis yerde.
Para, onun gözünde bir leş tir ki, kokuşmuş.
Hiç tenezzül eder mi, ona, anka denen kuş?)
Bundan sonra valinin daha arttı hayreti.
Çoğaldı bu zatlara sevgi ve muhabbeti.
|