Bir gün, Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ile hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” namaz kılıyorlardı.
Efendimiz aleyhisselam imam, o cemaatti.
Akşam namazı kılınıyordu.
Resulullah efendimiz, zamm-ı sure olarak bir âyet okudular.
Hazret-i Ömer bu âyeti işitince gadaba geldi.
Ve konuştu.
Hem de namaz esnasında.
Çünkü Firavunun bir sözünü bildiriyordu Hak teâlâ.
O kâfir, kendi kavmine: “Sizin tapacağınız en büyük tanrı, benim!” demiş.
Hazret-i Ömer bu.
Hazmedemedi tabii.
Kan sıçradı beynine.
Namazda olduğunu unutup, gayr-i ihtiyari;
- Ben orada olsaydım, onu muhakkak öldürürdüm! diye konuştu.
Namaz bitti.
Efendimiz aleyhisselam ona dönüp;
- Ya Ömer, namazını iade et! buyurdular.
Hazret-i Ömer edeple sordu:
- Neden ya Resulallah?
- Çünkü dünya kelamı namazı bozar.
O zaman hatırladı konuştuğunu.
- Baş üstüne ya Resulallah, dedi.
Ve emri ifa için ayağa kalktı.
Tam namaza başlıyordu ki, Cebrail aleyhisselam geldi.
Ve namazın öyle kabul edildiğini, iade etmesine lüzum olmadığını bildirdi.
Efendimiz aleyhisselam;
- Otur ya Ömer! Namazın oldu, buyurdular.
Sert baktı güneşe
Bir gün de hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh”, evinin önünde hırkasını yamıyordu.
Hem de çok sıcak bir yüz gününde.
Güneş kavuruyordu değdiği yeri.
Hazret-i Ömer’in de sırtını fena yakmıştı ki, dönüp sert bir nazar etti güneşe.
O anda azaldı güneşin harareti.
Hava karardı. Gece gibi oldu.
O zaman Cibril-i emin geldi Efendimiz aleyhisselama.
Şu vahyi getirmişti:
- Ey Habibim! Ömer’e söyle. Bir defa da şefkatle baksın güneşe. Aksi halde sönen nuru bir daha avdet etmez.
Efendimiz aleyhisselam hazret-i Ömer’i çağırıp bildirdi bu emri.
Hazret-i Ömer;
- Baş üstüne ya Resulallah! dedi.
Ve şefkatle baktı güneşe.
Güneşin ziyası geldi yerine.
O karanlık gitti.
Aydınlandı her yer yine.
|