Antakya’da yaşayan büyük Velilerden Ahmet bin Asım Antaki "rahmetullahi aleyh" hazretleri zamanında bir genç, köyünden çıkıp bu Velinin dergahına geldi bir gün.
Ve arzetti:
- Ben okumak istiyorum efendim.
Büyük Veli genci şöyle bir süzdükten sonra;
- Olur, ama bir şartla, buyurdu.
- Şartınız nedir efendim?
- Bu iş parasız olmaz. Neyin varsa bana vereceksin.
Genç inandı bu şakaya:
- Bir öküzüm var efendim. Onu getirsem olur mu?
- Olmaz. Altın vermen lazım.
Gencin “kırk altın”ı vardı gerçekten.
Ve o altınları elbise dolabında saklıyordu.
Büktü boynunu:
- Efendim, biz fakir kimseleriz. Bizde altın ne arasın.
Mübarek zat gülümsedi:
- Var var. Sende altın olduğunu ben biliyorum evladım.
Genç şüphelenmeye başladı:
- Kaç altınım var peki?
- Kırk tane. Elbise dolabında saklıyorsun. Onları getir kâfi. Fazla istemiyorum.
Diyecek bir şeyi kalmamıştı.
- Peki, dedi mecburen.
Ve koştu köyüne.
O kırk altını getirip teslim etti.
Büyük Veli, onlardan “bir altın”ı ayırıp, gerisini iade etti kendisine:
- Al bunları evladım. Ben şaka yapmıştım. Bizim altınla, gümüşle işimiz yoktur.
Sonra ayırdığı o “bir altın”ı gösterip sordu:
- Şu altından haram kokusu geliyor. Nereden aldın bunu?
Genç büktü boynunu.
Mahcup bir eda ile;
- Onu haksız olarak birinden almıştım efendim, dedi.
- Hemen git, bunu sahibine teslim et oğlum. Çünkü üzerinde kul hakkı olduğu müddetçe hiç feyz alamazsın.
Ve ekledi:
- Haram yemek, “Ateş yemek” gibidir.
|