Erzincan Evliyasından İbrahim Efendi’nin “rahmetullahi aleyh” yanına, bir gün sevdiği bir genç geldi. Ancak üzüntülü görünüyordu.
Onu böyle görünce;
- Hayrola evladım, buyurdu. Yoksa bir derdin mi var?
- Evet efendim, dedi. Akrabalarım bana haksızlık ettiler. Mallarımı gasbettiler, bana zulmettiler.
Mübarek;
- Öyleyse çok yazık. Eyvahlar olsun onların haline, buyurdu.
Delikanlı şaşırdı:
- Efendim bana mı eyvahlar olsun, onlara mı?
- Onlara tabii ki.
- Nasıl olur hocam. Mağdur olan benim.
- Evet, sen mağdur ve mazlumsun. Ama onlar zalim. Asıl onların işi zor. Çünkü ahirette Allahü teâlânın huzurunda hesap verecek olan, onlar. Sen değilsin.
- İyi de hocam, zararım ne olacak?
- Merak etme! Bu dünyada zararda olan, ahirette kârdadır. Kazançlı olduğunu zannedense, zararda.
Öyleyse üzülme
Bir başka gün de komşusu bir genç bu zata gelip:
- Efendim, başımdan musibet hiç eksik olmuyor, diye dert yandı.
Büyük Veli;
- Üzülme oğlum, buyurdu. Bilakis sevin!
Delikanlı şaşırdı:
- Sevineyim mi efendim?
- Evet. Allahü teâlâ en çok bela ve musibeti kimlere verir, biliyor musun?
- Kimlere hocam?
- En çok sevdiklerine verir. Bunun için en çok bela Peygamberlere, sonra onlara benzeyenlere gelir.
- Hikmeti ne efendim?
- Sıkıntıya sabredenlerin günahlarını cenâb-ı Hak affeder. Onun için dünya sıkıntısı nimettir oğlum. Allahü teâlâ bu dünyada sevdiklerine dert ve bela verir ki, günahları bitsin de ahirete tertemiz gitsin.
Şöyle bitirdi:
- Onun için hazret-i Ali "radıyallahü teâlâ anh"; “Mümin, beladan kurtulamaz” buyurmuştur.
|