Edirne’de iki büyük zat vardır.
Biri Hasan Sezai ”rahmetullahi aleyh“,
öbürü Enis Dede ”rahmetullahi aleyh“.
Edirne valisi, bir memuruna iki kese altın verir bir gün.
- Birini Enis Dedeye götür der, öbürünü Hasan Sezai Efendiye.
Maksadı, "Bakalım bu veliler dünyalığı alırlar mı, yoksa red mi ederler?", bunu anlamaktır.
Memur, önce Enis Dedeye gelip altınları takdim eder.
- Bunu, valimiz gönderdi, der.
Ama o, reddeder.
- Bizim dünyalıkla işimiz olmaz, buyurur. Selamımı söyle. Versin bunları fakirlere.
- Baş üstüne efendim der, ayrılır.
Doğruca Hasan Sezai dergahına varır.
O sırada, dergahın alacaklı esnafı toplanmış, istemeye gelmişlerdir alacaklarını. Lakin ödeyecek para yoktur.
Hasan Sezai hazretleri, onlara iltifat eder.
Yer gösterip her birini oturtur.
- Az bekleyin. Para yolda, buyurur.
Biraz sonra kapısı çalınır dergahın.
Hasan Sezai hazretleri esnafa döner;
- İşte paranız geldi, der.
Sonra kapıyı açar ve valinin adamına;
- Evlat! Biz de seni bekliyorduk, buyurur. Çabuk şu altınları ver de borcumuzu ödeyelim.
Vali, olanları görevliden öğrenip, bu farklı davranışların hikmetini merak eder.
Önce Enis Dedeyi ziyarete gider ve;
- Efendim, gönderdiğim altınları almamışsınız, der. Ama Hasan Sezai almış. Nedir sebep?
Enis Dede tebessüm eder.
- Allah adamlarının ahvali değişiktir, buyurur. O, bir Bahr-ı umman’dır ki, az bir şeyle kirlenmez.
Vali, görür onun bu tevazuunu.
Anlar gerçek Veli olduğunu.
Elini öpüp ayrılır.
Hasan Sezai Efendinin huzuruna varır.
- Efendi hazretleri, gönderdiğim altınları almışsınız, der. Ama Enis Dede almamış. Hikmeti nedir?
Buyurur ki;
- O, bir Zümrüd-ü anka’dır ki, yükseklerde uçar, aşağılara inmez. Para, leş’tir ona göre, tenezzül etmez.
Vali işitir bunları.
Daha çok sever bu Evliyaları.
|