Akşemseddin hazretleri “rahmetullahi aleyh”, İstanbul’un manevi fatihidir.
Asıl adı, Muhammed bin Hamza ise de Akşemseddin diye bilinir.
Zira çok riyazet çektiğinden ve Allah korkusundan yüz rengi solmuş, saçı sakalı ak pak olup beyazlaşmıştır.
Babası Şeyh Hamza da “rahmetullahi aleyh” öyledir.
Yani ilim sahibi ve Evliyadandır.
Şöyle ki;
O zamanlar o beldenin kabristanında bir Kurt peydahlanır.
Ne vakit biri vefat edip gömülse, o gece kabrini açar.
Ölüyü çıkarıp parçalar.
Bunu herkes bilse de mani olamazlar.
Nihayet Şeyh Hamza vefat eder.
Kabrine defnederler.
O gece aynı kurt gelir.
Mezarı eşelemeye başlar.
Bedenini çıkarıp parçalayacaktır güya.
Ama yapamaz.
Çünkü ne zaman ki mübarek zatın bedenine ulaşır.
Şeyh Hamza birden tutar kurdun boğazını, sıkmaya başlar.
Kurt kurtulmaya çalışırsa da kurtulamaz.
Zira mengene gibi sıkılmaktadır boynu.
Ve canı çıkıp oraya serilir.
Ertesi gün, insanlar, kabri ziyarete gelirler.
Ancak hayrete düşerler anında.
Zira bir Kurt ölüsü vardır kabrin yanında.
Şeyh Hamza’nın eli de dışarıdadır.
Eh, manzara her şeyi anlatmaktadır.
- Bu, Şeyh Hamza’nın bir kerameti, derler.
Mübarek zatın kolunu içeri çekerler.
İşte Akşemseddin, bu Velinin oğludur.
İlim öğrenmeye genç yaşta başlar.
Zeki ve kabiliyetli olduğundan akranlarını çabuk geçer.
Sonra Osmancık’ta yerleşip, insanları aydınlatır.
Fen ve Tıp üzerinde de derin bilgisi vardır.
Zahiri ilimleri bitirince batıni ilimlerde yükselmek ister.
Bunun için rehber arar.
Ona, Hacı Bayram Veli’yi “rahmetullahi aleyh“ işaret eder;
- Senin aradığın o zattır, derler.
O da;
- Peki der, düşer yollara.
Zincirle gelen, böyle ağırlanır
O zatı bulur. Ancak aradığını bulamaz Onda.
Zira görünüşe bakıp aldanmıştır.
Başka Rehber bulmak için oradan da ayrılır.
Halep’e varır.
Zira Halep’te bir Evliya olduğunu söylemişlerdir kendisine.
O zatı görmeden bir gün önce bir rüya görür.
Şöyle ki;
Boynuna nurdan bir Zincir geçirilmiş, zorla Hacı Bayram-ı Veli’nin yanına çekilmektedir.
Zincirin ucu, o zatın elindedir.
Çekile çekile bu büyük Velinin kapısının eşiğine kadar gelir.
O anda uyanır.
Rüya gayet açıktır.
Anlar hata ettiğini.
- Ben o zatı tanıyamadım, der ve Ankara’ya geri döner.
Gönlüne bu Velinin aşkı düşmüştür.
Ankara’ya vardığında, Hacı Bayram-ı Veli, talebesiyle tarlada çalışmaktadır.
Bunu öğrenip tarlaya koşar.
Ama ilgi görmez bu büyük Veliden.
O böyle yapınca talebeleri de yüz göstermezler.
Ama o, kararlıdır. Onlar gibi çalışmaya başlar.
Yine ilgi göremez.
Az sonra yemek vakti gelir.
Yemekler getirilir.
Büyük Veli onu yine görmezden gelir.
Yemeği kendi eliyle talebelerine taksim eder.
Artanı köpeklere gönderir.
Herkes yemek yerken, o bir kenarda mahzun kalır.
Kalbi kırıktır.
Ama kendi kendine;
“Ey nefsim!” der. “Senin saadetin bu kapıdadır. Sen kıymetini bilmedin bu zatın. Öyleyse köpeklerle yemeye müstehaksın”.
Ve köpeklerin kabına yanaşır.
Tam elini uzatmıştır ki, büyük Veli uzaktan seslenir:
- Ey köse! Tez girdin kalbimize. Gel, yanıma otur.
Ve ekler:
- Zincirle gelen, böyle ağırlanır.
|