Abdülehad Efendi “rahmetullahi aleyh“ bir gün talebelerine seslenir:
- Evlatlarım!
Gençler, bir ağızdan cevap verirler:
- Buyurun hocam!
- Üsküdar’da görülecek bir işimiz vardır. Hanginiz bu işi yapabilir?
Talebeden ses çıkmaz.
Çünkü denizde çok şiddetli fırtına vardır.
Dalgalar, sıra dağlar gibi gelip kıyıya çarpmaktadır.
Bunun için çalışmaz kayıkçılar.
Talebeler bunu bildiğinden, hemen “Peki” diyemezler.
Yoksa hocalarını çok severler.
Ama içlerinde biri vardır ki;
- Baş üstüne efendim! der hemen. Hallederim bu işi ben.
Abdülehad Efendi, memnun olur.
- Peki evladım! buyurur. Selametle git gel.
Delikanlı, duasını almıştır mürşidinin.
Koşar hemen.
İyi de yüze yakın kayıkçı vardır.
Ama hiçbiri kalkmaz yerinden.
- Delirdin mi? derler. Baksana şu rüzgara.
Ve eklerler.
- Bu fırtınada kim geçer Üsküdar’a?
Ama o duymaz hiçbirini.
Zira yapmaya kararlıdır hocasının işini.
Kendi kendine;
"Bu işi hocam istedi” der. “Öyleyse Rabbim yardım eder”.
Kendine değil, Rabbine güvenir.
Üstadının himmet edeceğini iyi bilir.
O böyle düşünürken kayıkçılardan birinin kalbi döner birden.
Ve seslenir gence:
- Haydi gel de gidelim hemence.
Delikanlı sevinçle koşar.
Kayığa biner binmez fırtına yavaşlar.
Ve henüz bir "Ok atımı" yol almamışken iyice durur.
Deniz adeta sütliman olur.
Kısa zamanda gidip gelirler.
Ne bir üzüntü olur yolda, ne de keder.
Gelip bilgi verir üstadına.
Mübarek çok memnun olur.
Açar ellerini.
“Ya Rabbi! Aç bu gencin kalb gözünü” diye yalvarır.
Dua anında kabul olur.
Kalb gözü açılır, evliya olur.
|