Bitlis’te yetişen Velilerden Salih Sıbki hazretleri ”rahmetullahi aleyh“, bir gün sevdiklerine;
- “İyi kul”, Sahibinin yaptıklarından razı olan, onları beğenen kuldur, buyurdu. Kendi isteklerini beğenen kimse, kendine kuldur.
Ve ekledi:
- Sahibi, kulunun boğazına bıçak dayasa, kulun bundan razı olması, sevinmesi lazımdır. Eğer bunu beğenmez, istemezse, Onun kulluğundan çıkmış, sahibinden uzaklaşmış olur.
Dinleyenler;
- Efendim, hastalık gelince ister istemez üzülüyoruz, dediler.
Buyurdu ki:
- Hastalıklar, bulaşıcı ve tehlikeli de olsa, Allahü teâlânın dilemesi ile gelmektedir. Ancak kul, kendi isteğiyle gelmiş gibi üzülmemelidir.
Şaşırdılar.
- Üzülmemeli mi efendim?
- Evet. Hatta “Sevgili”den geldiğini düşünerek sevinmelidir.
- Tehlikeli hastalık gelince de mi?
- Evet. Çünkü herkesin belli bir eceli, ölüm zamanı vardır. Bu zaman hiç değişmez. Onun için, hastalıkta sıkılmamalı, telaşa düşmemelidir.
Sordular:
- Ne yapmalı hocam?
- Allahü teâlâya sığınmalı, afiyet vermesi, kurtarması için dua etmeli, Ona yalvarmalıdır. Allahü teâlâ dua edenleri, sıhhat ve selamet isteyenleri sever.
Şöyle bitirdi:
- Mümin suresindeki âyet-i kerimede mealen; (Dua ediniz! Duanızı kabul ederim!) buyuruluyor. Bunun için biz de her namazda fatiha okurken, Allahü teâlâdan hidayet istiyoruz.
Namazda neyi düşünelim?
Bir gün de;
- Efendim, namaz kılarken kalb ne ile meşgul olmalı? diye sordular.
Cevabında;
- Namazla, buyurdu.
- Namazın nesiyle efendim?
- Farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini ve müstehablarını en mükemmel şekilde yapmayı düşünmekle.
|