Seyyid Fehim Arvasi hazretlerinin “kuddise sirruh” vefatı yaklaşınca uzleti tercih etti.
Zaruri görüşmeler haricinde evde ibadet ediyordu.
Sohbetlerinde, ölümden bahsediyor,
- Ölüm, mümin için büyük nimettir, diyordu.
Bir Cuma günü ağırlaştı.
Kollarına girerek camiye götürdüler.
Oğlu, Seyyid Muhammed Emin Efendi, bir hutbe okudu.
Herkes mahzun oldu.
Hüzün ateşi gönülleri yakmış,
Arvas’ı bir firak rüzgarı kaplamıştı.
Cumayı, oturarak kıldı.
Sonra birkaç talebesini çağırdı huzuruna.
- Benden sonra, oğlum Muhammed Emin, hizmete devam etsin, buyurdu. Fakat o yufka yüreklidir. Resulullah efendimizin aşkı yakar gönlünü. Bu yüzden fazla yaşamaz, çabuk biter ömrü.
Üç sene geçti aradan.
Otuziki yaşında hacca gitti.
Birkaç sevdiği ile birlikte haccını eda etti.
Sonra Medine’ye yöneldi.
Ama büyük bir iştiyakla.
Resulullah efendimize karşı kalbinde yanan o büyük aşkla.
Ravda-i mübarekin kapısını açtı.
İçeri girdi.
Çıktığında, “Yanık ciğer kokusu” geliyordu ağzından.
Yanında Abdülhakim Efendi vardı.
- Ciğeri kebab olmuş, çok yaşamaz, buyurdu.
Gemi ile dönüşe geçtiler.
Yolda hastalandı.
"Tur-i sina"ya gelince kavuştu Rabbine.
Kabrinden nur çıktı
Seyyid Fehim hazretleri de vefatına yakın güçlükle kılabildi ikindi namazını.
Zira tükenmişti tamamen.
Yardımla kalkmıştı secdeden.
Sonra, "Refik-ül âlâ!" dedi.
Kelime-i tevhidi söyleyip vefat etti.
O anda, çeşit çeşit ve renk renk binlerce esrarengiz kuş, gök cihetinden gelip "Arvas"a süzüldüler.
Havada, sıra sıra durup gölge ettiler.
Bu elemi onlar da hissettiler.
Defin bitti, cemaat dağıldı.
Kuşlar, kabir üstünde toplandılar.
Kabirden yeşil bir "Nur” çıktı bu kere.
Yükseldi göklere.
Gökten gelen o kuşlar da toplu halde gittiler.
Geldikleri yere.
|