Behaeddin-i Buhari hazretlerinin “rahmetullahi aleyh” talebesinden Mevlana Arif şöyle anlatıyor:
Bir kış günü, hocamla birlikte bir yere gidiyorduk.
Hava pek soğuk değildi.
Ama bir miktar yol gidince, birden sertleşti hava.
Peşinden bir kar fırtınasına dönüştü ki, göz gözü görmüyordu artık.
Soğuk ve kar, kasıp kavuruyordu her yeri.
İyi de o esnada bir ayakkabım bile yoktu ayağımda.
Yalınayak yürüyordum.
Hocamın üzüldüğünü anladım.
Nitekim o anda durdu ve şöyle bir baktı gökyüzüne.
Mânâlı bir bakıştı o.
O bakışla durdu tipi, kesildi fırtına.
Kar yağışı ve rüzgar, anında sona erdi.
Hava açıldı.
Günlük güneşlik oldu etraf.
Biz rahat ve zahmet çekmeden devam ettik yolumuza.
Kalb kırmak yoktur
Bir gün talebesinden biri;
- Efendim, en büyük günah nedir? diye sordu bu zata.
Cevaben;
- Kalb kırmaktır, buyurdu.
- Kâfirin de mi hocam?
- Elbette. Kâfir de olsa, kalb kırmak yoktur dinimizde. Kalb kırmak, küfürden sonra gelen en büyük günahtır.
Delikanlı;
- Allah razı olsun hocam, dedi. Sizden ne güzel şeyler öğreniyoruz. Bunları başkalarına da anlatsak olur mu efendim?
- Tabii, çok iyi olur, buyurdu. Allah’ın dinini Onun kullarına öğretmeye giderken basılan yerlere, melekler kanatlarını gerer evladım. Ne mutlu Allah’ın dinini yayanlara. Onlar, her adımlarında çok büyük sevaplar kazanıyorlar.
Şöyle bitirdi:
- Unutmayın, kitap ile, ilim ile İslam’ı yaymanın sevabı, dövüşerek şehit olmanın sevabından daha çoktur.
|