Behlül Dânâ “rahmetullahi aleyh”, zamanında bir kişi vardı ki, dinin emirlerine uymaz, mesela beş vakit namaz kılmaz, ama dua ederken; (Yâ Rabbi, bana Cennetini nasib eyle) diye dua ederdi.
Hazret-i Behlül onun böyle dua ettiğini biliyor, kendisine bir ders vermek istiyordu.
Adam, bir gece yine böyle dua edip uyumuştu ki, biraz sonra dam üstünde bir tıkırtılar işitti uyku arasında.
Uyanıp, fırladı yataktan.
Ve dama çıktı merakla.
Gördü ki, bir adam dolaşıyor evin damında.
- Ey kişi, damda ne arıyorsun? diye seslendi.
Hazret-i Behlül cevap verdi ona:
- Devem kayboldu da onu arıyorum.
Onun Behlül Dânâ hazretleri olduğunu anlayınca ferahladı.
- Sen misin Behlül?
- Evet benim.
- İyi ama damda devenin ne işi var. Kaybolan deve hiç damda aranır mı?
Hazret-i Behlül, taşı koydu gediğine.
- Peki yattığın yerden Cennet istemek olur mu? dedi. Sen, ibadet etmeden Cenneti istiyorsun. Bu, benim yaptığımdan daha abestir, haberin olsun.
Hakiki Cennet nimeti
Bir gün de sohbetinde buyurdu ki:
- Hanımını üzmek çok fena birşey. Hele dövmek, asla caiz değil. Hanımını dövenin dâvâcısı, Peygamberimiz “aleyhisselam” olacaktır ahirette.
Ve sordu cemaate:
- Dünyamızda, bir tek Cennet nimeti var. Onun ne olduğunu bileniniz var mı?
Cevap veren olmayınca;
- O nimet, saliha bir hanımdır, buyurdu. İnsan Cennet nimetine hiç tokat vurur mu? İnsan Cennet nimetine surat asıp kaşını çatar mı? O, daima güler yüze muhtaçtır.
Ve ekledi:
- Sonra kul hakkı var. Unutmayın, kul hakkı, tövbe etmekle affolmaz. Mutlaka helallaşmak lazım.
|