Abdullah bin Tahir, Horasan valisiydi.
Çok güzel, yakışıklı, nur yüzlü biriydi.
Bir ara, NiÅŸabur’a geldi bu vali.
Halk, onu görmek için, yollara döküldü.
Kendisini görmeye gelenleri görünce;
- Gelmeyen kaldı mı? diye sordu ahaliye.
- İki zat kaldı, dediler.
- Onlar kimdir?
- Ahmed bin Harb ile Muhammed bin Eslem’dir “rahmetullahi aleyhima”.
- Peki ne için gelmediler?
- Bu ikisi, hem büyük âlim hem de Velidir. Devamlı ibadet eder, Allah’tan baÅŸka ÅŸeye itibar etmezler.
Öyleyse biz Ona gidelim
Vali;
- Öyleyse biz onlara gidelim, dedi.
Ve önce Ahmed bin Harb hazretlerine gitti.
O, valiyi görünce;
- Evet, iÅŸittiÄŸimizden de daha güzelmiÅŸsiniz, buyurdu. Åžimdi size yakışan ÅŸudur ki, bu güzel yüzünüzü günah kiriyle kirletmeyin.
Ve ilave etti:
- Zira nice güzel yüzler vardır ki, günahı sebebiyle ateÅŸte yanacaktır.
Bu sözler, çok tesir etti valiye.
Oradan, Muhammed bin Eslem hazretlerinin evine gittiyse de, kapı açılmadı kendisine.
Sen de bir gün öleceksin
Kendi kendine;
“İlahi, ben günahkâr bir kulum. O ise, çok sevdiÄŸin bir zattır. Biz, dünyaya bulaÅŸtık, o, dünyadan kaçtı. Bunun için yükseldi. Ben Onu, senin için seviyorum. Hizmetçisi olmaya lâyık deÄŸilim. Onun hürmeti için, beni affet ve bir tek nasihatini iÅŸitmemi nasib et”, diye yalvardı.
O anda kapı açıldı.
Mübarek zat, Cuma namazı için çıktı evden.
Yaklaşıp öptü iki elinden.
Büyük Veli, Valiye bakıp;
- Ey vali, sen de bir gün ölecek ve hesaba çekileceksin, buyurdu.
Ve ekledi:
- Orada valiliÄŸine bakmazlar. Hesabı veremezsen, çok yazık olur sana.
|