Mazhar-ı Can-ı Canan, evliyadan bir kişi.
Sünnet-i seniyyeye muvafıktı her işi.
Bir gün, talebesiyle yolculuğa çıktılar.
Bir miktar yol gidince, yorulup acıktılar.
Çok da yolları vardı, henüz daha gidecek.
Ve lakin yanlarında, yoktu hiçbir yiyecek.
Tanıdık ev de yoktu misafir kalmak için.
Açlıktan, takatları kalmadı hiç birinin.
Talebeler, bir şeyi merak ederdi ki hep,
Hocamız bu hususta, ne düşünürler acep?
Mazhar-ı Can-ı Canan vakıf olup bu hale,
İçinden dua etti Allahü zülcelale.
Henüz geçirmişti ki, bu duayı o kalbden,
Önlerine, bir sofra geliverdi gaibden.
Üstünde, çeşit çeşit var idi nefis taam.
Afiyetle yiyerek, ettiler yola devam.
Bir miktar yol gidince, acıktı onlar yine.
Tekrar bir sofra geldi, gaibden önlerine.
Gidecekleri yere, gidip gelene kadar,
O sofra, önlerine gelip gitti bu karar.
Bir gün de, dostlarından dedi ki biri ona:
(Dua et, Hak teâlâ bir oğul versin bana.)
Çok severdi bu zatı, Mazhar-ı Can-ı Canan.
O, buna güvenerek, yapıştı kaftanından.
Dedi: (Müjde vererek, sevindir şimdi beni.
Yoksa kati surette, bırakmam eteğini.)
Gözlerini kapayıp, daldı murakabeye,
Verdi sonra müjdeyi, o sevdiği kimseye.
Buyurdu ki: (Üzülme, ol müsterih ve rahat.
Verecek Hak teâlâ sana erkek bir evlat.)
Hakikaten bir sene zaman geçti aradan.
Ona, bir erkek çocuk ihsan etti Yaradan.
Çok büyük bir veliydi, Mazhar-ı Can-ı Canan.
Talebeye müjdeler verirdi zaman zaman.
Lakin inkâr edenler vardı ki kendisini,
Yine yalanladılar sözlerinin hepsini.
Onların inkârını anlayınca, bu sefer,
Buyurdu: (İnanmayan bir kimse varsa eğer,
Önceki velilerden, seçelim de bir hakem,
Bizim sözlerimizi, doğrulasın o madem.)
Dediler ki: (En büyük hakem Resulullahtır.
O tasdik eder ise, o müjdeler de haktır.)
Mazhar-ı Can-ı Canan buyurdu: Peki âlâ.
Fatiha-i şerife okuyarak evvela,
Ruhuna gönderince Peygamber-i zişânın,
Hepsi, Resulullahı görüverdi ansızın.
(Mazhar’ın müjdeleri doğrudur) buyurdular.
İşitip, herbirisi ona tâbi oldular. |