Ubeydullah-ı Ahrar, pek mütevazı idi.
Kimi görse, muhakkak bir dua ister idi.
Kendisi anlatıyor: Büyük küçük, hür köle.
Hiç tanımasam dahi, karşılaşsam kiminle,
(Bana dua et) diye yalvarıyordum içten.
Şayet dua ederse, uçuyordum sevinçten.
Yine bir gün, başımdan şu vaka geçti benim.
Verimli bir tarlası var idi validemin.
Validem, o tarladan kaldırdıkça buğdayı,
Bana da gönderirdi, hisseme düşen payı.
Yine göndermiş idi, o buğdaydan bir kere,
Ben de, o buğdayları boşaltmıştım kilere.
Döndüğümde, gördüm ki kilerde meşgul iken,
Dönüp gitmiş geriye, o buğdayı getiren.
(Ne için o kimsenin duasını almadım?)
Diye düşünerekten, çok üzülüp ağladım.
Koşup hemen peşinden, yetiştim en nihayet.
Yalvararak dedim ki: (Lütfen bana dua et.
Belki senin duanla bağışlar beni Rabbim.
Ve duan sayesinde, düzelir belki halim.)
O kişi hayret edip, dedi ki: (Ne dersiniz.
Herhalde başkasına beni benzetirsiniz.
Ben cahilim, ilgim yok bahsettiğin şey ile.
Yüz yıkamayı bile bilemem layıkıyle.
Senin istediğin şey, bende yok ki vereyim.
Ama madem istedin, bir dua eyleyeyim.)
Ellerini kaldırıp, etti ki öyle dua,
Açılma oldu hemen, batınımda o anda.
Zira bir kul, bir kula dua ederse eğer,
Rabbimiz o duayı, elbette kabul eder.
Bu zat buyuruyor ki: (Doğru kitap okuyun.
Faideli ilimle ruhunuzu doyurun.
Nasıl beden muhtaçsa, hergün gıda almaya,
Ruhun da ihtiyacı var muhakkak gıdaya.
Bedenimiz, topraktan yaratıldığı için,
Ondan çıkan şeylerdir gıdası bu bedenin.
Mesela ekmek ve su, yine sebze ve meyve.
Toprak mahsulü olup, gıdadır bedenlere.
Ruh, âlem-i emir’den yaratılmıştır fakat.
Bedenin gıdasından, alamaz lezzet ve tat.
İlim, sohbet, ibadet ve Kur'an tilaveti.
İşte ruh, bu şeylerden alır asıl kuvveti.
Gıdasını muntazam alamayınca beden,
Nasıl ki zayıf düşüp, hastalanırsa hemen,
Ruhun dahi gıdası verilmezse eğer ki,
Zayıflar, hasta olur ve hatta ölür belki.
Ruhun ölmesi demek, imansız olmasıdır.
Cezası, ahirette ebedi yanmasıdır.
|