Daha da hiddetlendi buna hazret-i Ömer.
Dedi ki: (Doğru mudur söylediğin bu haber?)
Nuaym dedi: (Ya Ömer, bana inanmıyorsan,
Git hemen evlerine, inanırsın o zaman.
Hem bunu anlamanın, söyliyeyim yolunu.
Git, kendi elin ile, boğazla bir koyunu.
Eğer yemezler ise, senin kestiğin eti,
Bil ki, kabul etmişler onlar İslamiyet’i.)
Hiddetinden o anda, kan sıçradı beynine.
Ayrılıp gitti hemen, kardeşinin evine.
Varıp, kapılarını vuracak idi ki tam,
İçerden, kulağına, geldi tatlı bir kelam.
Koyuldu dinlemeye o sözleri pür dikkat.
Bunlar, insan sözüne benzemiyordu fakat.
Meğer Taha suresi inmişti o günlerde.
Onu, hazret-i Habbab, okuyordu içerde.
Hem hazret-i Ömer’in gelmesi korkusundan,
Kilitlemişler idi, kapıyı arkasından.
Kapıya, şiddet ile vurdu hazret-i Ömer.
İçerde, sure ile, Habbab’ı gizlediler.
Açtılar korku ile kapıyı en nihayet.
Baktılar ki o gelmiş, kılıç ile, pür hiddet.
Kız kardeşi Fatıma, çok kızgın olduğunu,
Görse de, (Buyur!) deyip, içeri aldı onu.
Girdi hazret-i Ömer içeri o haneden.
Ve (Ne okuyordunuz?) diyerek sordu hemen.
Fatıma, maksadını anlamıştı pek kati.
Doğruyu söylemeyip, gizledi hakikati.
Dedi ki: (Aramızda, var idi bir mesele.
Onu konuşuyorduk, az önce zevcim ile.)
Lakin hazret-i Ömer, inanmadı buna pek.
Başladı eziyete, fena öfkelenerek.
Dedi ki: (Doğru imiş işittiğim o haber.
Siz de, onun sihrine aldanmışsınız meğer.)
Sonra zevci Said’i, yakasından tutarak,
Fırlatıp yere attı, fena gadaplanarak.
Kız kardeşi, zevcini kurtarmak gayesiyle,
Koştuysa da, yıkıldı bir tokat darbesiyle.
O öfkeli tokatın şiddetiyle hem o an,
Kan akmaya başladı, her iki yanağından.
Fena canı yanmıştı kardeşi Fatıma’nın.
Lakin çok kavi idi imanları onların.
Hatta o, imanından aldığı kuvvet ile,
Derhal feryat etti ki: (Ya Ömer, beni dinle!
Niçin Hak teâlâdan korkmaz ve utanmazsın?
Ve onun gönderdiği Resule inanmazsın?
Ben ve zevcim, inandık Allah’ın bu dinine.
Boynumuzu kessen de, dönmeyiz bundan yine.) |