Bir gün Peygamberimiz, bulunurken evinde,
Hazret-i Ali dahi var idi hizmetinde.
O esnada Resule, geldi Cibril-i emin.
Bir vahiy göndermişti Ona Rabbil âlemin.
Mübarek başlarını, vahyin ağırlığından,
Aliyyül Mürteza'nın dizine koydu o an.
Vakit ikindi olup, güneş batana kadar,
Mübarek başlarını hiç kaldıramadılar.
Rahatsız olmasınlar diye Peygamberimiz,
Hazret-i Ali dahi bekledi hareketsiz.
İkindi namazını kılmamıştı ki hatta,
Mecburen ima ile namazı etti eda.
Lakin Resulullahın geçer geçmez o hali,
Sordu: (Kılabildin mi ikindiyi ya Ali?)
Resulün sualine, o da cevap olarak,
Dedi ki: (Kılabildim imayla oturarak.)
Güneş batmak üzere idi ki o sıra tam,
Üzüldü bu duruma Resul aleyhisselam.
Güneşe, eli ile bir işaret buyurdu.
Güneş tam batıyorken, olduğu yerde durdu.
Kıldı hazret-i Ali namazı yine tekrar.
Bekledi güneş onu, selam verene kadar.
Sahabe-i kiramdan Cabir bin Abdullah da,
Anlatır ki: (Bir fakir geldi Resulullaha.
Zahire talep etti Resulden o fakir zat.
Bir miktar buğday verdi ona Fahr-i kâinat.
Fakir döndü evine sonra o zahireyle.
Ekmek yapıp yediler, onu misafiriyle.
Sonradan azalmamış görünce buğdayını,
Merak edip tarttı ki, miktarı yine aynı.
Şaşırıp, geldi hemen Resulün hanesine.
Gördüğü garipliği arz etti kendisine.
Peygamber efendimiz dinledi o kimseyi.
Buyurdu: (Tartmasaydın eğer o zahireyi,
Siz onu senelerce hep yiyecektiniz de,
Yine bitmeyecekti o buğday evinizde.)
Yine Enes bin Malik hazretleri de bir gün,
Mübarek huzuruna gelmiş idi Resulün.
Koltuğunun altında ekmek vardı gayet az.
Onu, Resulullaha götürüp eyledi arz.
Peygamber-i zişânın mübarek huzurunda,
Eshabdan seksen kişi bulunurdu o anda.
Eshab-ı soffa denen kimselerdi ki onlar,
Yemek bulamazlardı onlar çoğu zamanlar.
O bir parça ekmeği, Resulullah bu kere,
Bölüp dağıtıverdi, tek tek ordakilere.
Seksen kişi yediler o bir parça ekmeği.
Üstelik o kadarla, doydular gayet iyi.
|