Abdülhakim Arvasi, Hak aşığı bir veli.
Sohbeti, insanlara olurdu faideli.
Şefkat ve merhameti, pek çoktu yaranına.
Her kimin derdi olsa, koşardı hemen ona.
Yanına giren herkes, kederli olsa da pek,
Çıkıyordu yanından, neşeli ve gülerek.
O derdi ki: (Herkesin rızkını, cenâb-ı Hak,
Kullarının eliyle, verir âdet olarak.
Her kim çok çok verirse, muhtaçlara malını,
Çoğaltır Rabbimiz de ona ihsanlarını.
O kısarsa, Allah da ona kısar şüphesiz.
Yani ihsan edene, ihsan eder Rabbimiz.)
Bir gün de buyurdu ki: (Allah adamlarının,
Yalnız zahirlerine bakmayın aman, sakın.
Aldanır, büyüklerin dış haline bakanlar.
İstifade yerine, görürler büyük zarar.
Zira cenâb-ı Allah, insanlık sıfatları,
Altında gizlemiştir dünyada bu zatları.
Kureyş kâfirleri de, Allah'ın Resulünün,
Zahirine bakarak, aldanmışlardı o gün.
Derlerdi ki: (Bu nasıl peygamberdir, şaşılır.
Bizim gibi yer içer, sokaklarda dolaşır.)
Lakin iman edenler, Ona, Peygamber diye,
Bakarak, kavuştular rıza-i ilahiye.)
Buyurdu ki: (İmanın, suret ve aslı vardır.
Aslına kavuşanlar, güzide insanlardır.
Senelerdir imanı, anlattım camilerde.
Anlayan, üçü beşi geçmemiştir yine de.)
Bu sözün hikmetini, ondan sual ettiler.
(İmanı tam anlamak, niçin zordur?) dediler.
Buyurdu: (Amentü’yü yalnız ezberlemekle,
İmanın hakikati, kolayca geçmez ele.
Asıl iman şudur ki, Allah'tan korkusundan,
Asla işlememektir bir küçük günah, isyan.
Mesela kul hakkını düşündüğünde o zat,
Ayağını uzatıp, yatamaz rahat rahat.)
Bir gün de buyurdu ki: (Ey gençler, aman sakın!
Büyüklere sormadan bir işe kalkışmayın.
Yanılır ekseriya, çünkü sizin aklınız.
Sonu pişmanlık olur, sormadan yaparsanız.
Halbuki akl-ı selim sahibidir büyükler.
Her kararda, doğruyu isabet ettirirler.
Kendi aklını atıp, kim uysa büyüklere,
Dünya ve ahirette, uğramaz bir kedere.
Her kim de beğenirse, yalnız kendi aklını,
Kabullenmiş demektir, o, kendi zararını.
Halbuki bir Müslüman, bir iş yapmadan önce,
Bir Allah adamına danışırsa güzelce,
Hayırsız olsa bile, neticesi o işin,
Hayra tebdil olunur, ona sorduğu için.)
|