Abdülhakim Arvasi, âlim ve evliya zat.
Bir gün Kur'an hakkında şöyle verdi izahat:
(Kur’an, hiçbir lisana ve dile çevrilemez.
Hatta arapçaya da, tercüme edilemez.
Herhangi bir şiirin, kendi diline bile,
Tercüme edilmesi, imkansızdır ayniyle.
Meali ve izahı olabilir Kur’anın.
Ama tam tercümesi, yapılamaz bihakkın.
Ve Kur’an-ı kerimin manasını anlamak,
Asla mümkün değildir, tercüme okuyarak.
Herhangi bir âyeti anlamak demek zira,
Ne demek istiyorsa burada Hak teâlâ,
İşte, onu anlamak demektir ki esasen,
Tercüme okumakla, bu mümkün olmaz zaten.
Bir âyetin, herhangi tercümesine bakan,
Murad-ı ilahiyi anlayamaz hiç ondan.
Mütercimin bilgisi nisbetinde olarak,
Bir meal ve izahı öğrenebilir ancak.
Yani o kimselerin, tam anladım sanarak,
Yaptıkları şeyleri öğrenebilir ancak.
Kur’anın manasına, velhasıl bir Müslüman,
Direkt tercümesinden, varamaz hiçbir zaman.
Zira köylüye ait bir kanunu, hükümet,
Doğruca köylülere göndermez önce elbet.
Çünkü köylü, kanunu evvela okuyamaz.
Okuyabilse bile, hiçbir şey anlayamaz.
Bu kanun, öncelikle (Vali)ye gönderilir.
Zira vali, okuyup iyi anlayabilir.
Vali, bir izahname ekleyerek bunlara,
Gönderir bu kanunu sonra (Kaymakam)lara.
Bunlar da, bu kanunu açıklayarak yine,
Gönderirler bu ekle (Belde müdürleri)ne.
Bu açıklamalarla, işbu müdürler dahi,
Gönderilen kanunu, anlarlar daha iyi.
Yine bir açıklama yapıp bu kanunlara,
Anlatırlar bunlar da, köydeki (Muhtar)lara.
Muhtarlar da, kanunu anlayarak bu kere,
Köylü lisanı ile, anlatır (Köylü)lere.
Kur’an-ı kerim dahi, ahkam-ı ilahidir.
Kullara gönderilen, kanun-i Rabbani’dir.
Burada kullarına, ebedi bir saadet,
Vaad edip, Habibine gönderdi âyet âyet.
Kur’anın manasını, tam ve açık olarak,
Muhammed Resulullah anlayabilir ancak.
Edib ve beliğ iken eshab-ı kiram dahi,
Ona soruyorlardı bir kısım âyetleri.
Hatta vahyi getiren Cibril-i emin bile,
Bir kısım âyetleri sorardı o Resule.) |