Ömer bin Abdülaziz, halife iken bizzat,
Hasan Basri’ye yazıp, istedi bir nasihat.
Bu istek üzerine, Hasan-ı Basri dahi,
Buyurdu ki: (Sen dahi öleceksin vallahi.
Sen kendi evladına nasıl davranıyorsan,
Kendi halkına dahi öyle davran her zaman.
Sen Allah’ın emrine eyle ki tam itaat,
Halkın da, etsin senin emrine mutabaat.
Ey emirel müminin, ölürsün bugün, yarın.
O gün olmaz faydası, sana yakınlarının.
Çok iyi hazırlan ki ölüm ve sonrasına,
O gün, başkalarının faydası olmaz sana.
Ve senin, kabir diye makamın var ki bir de,
Bu yerden daha fazla kalırsın o kabirde.
Bu dünya muvakkattır, ölümle erer sona.
Fırsat varken hazırlan ölümden sonrasına.
Hükümdar olduğuna bakma sen şimdi bu gün.
Ölüp, o dar kabire girdiğin günü düşün.
Bütün yaptıklarından verirsin bir bir hesap.
Eğer zulüm yapmışsan, hak olur sana azap.
Bu dünya, ahirete ulaşan bir köprüdür.
Takva sahiplerini Cennetlere götürür.
Dünya, zehir gibidir, bilmeyenler onu yer.
O da, o gafilleri öldürür, helak eder.
Senden öncekilerden ibret al ki bu günde,
Hiç pişman olmayasın sen dahi öldüğünde.
Ya Ömer, bu dünyaya kaptırırsan kalbini,
Unutursun kabir ve mahşerdeki halini.
Birazcık gaflet ile, hemen kayar ayağın.
Büyük bir pişmanlığa düşersin sonra yarın.
Bugün ahiret için topla ki çokça azık,
Yarın ecel yakalar yapamadan hazırlık.)
Buyurdu: (Gittim bir gün hasta ziyaretine.
Gördüm ki, hasta gelmiş, tam da ölüm haline.
Telkin etmek istedim ona (Allah) demeyi.
Lakin diyemiyordu asla bu kelimeyi.
Hayli uğraştımsa da ben bunu söyletmeye,
Baktım, dili dönmüyor onun Allah demeye.
Ben (Allah de!) dedikçe, o, sayı sayıyordu.
Yine de bir kerecik Allah diyemiyordu.
Bir ara bana bakıp, dedi ki: (Ey üstadım!
Önümde ateşten bir dağ var ki, aciz kaldım.
Ben Allah kelamını tam alırken dilime,
O dağ hücum ediyor şiddetle üzerime.)
Sordum ki: (Bu, ne ile iştigal ediyordu?)
Dediler: (Parasını faize veriyordu.
Ayrıca ticaretle uğraşıyordu, fakat,
Ölçü ve tartısına etmiyordu hiç dikkat.)
|