Bir gün valinin biri, bir şey alıp avcuna,
Bilcümle memurları, çağırdı huzuruna.
Dedi ki: (Şu avcumda, bir şey gizliyorum ben.
Bunun ne olduğunu, var mıdır acep bilen?)
Her biri, tahminini arz etti kendisine.
Lakin avcundakini bilemediler yine.
Bulunurdu orada, Ahmed Kuddusi dahi.
Avcundaki o şeyi, ona da sordu vali.
Buyurdu: (Göz gezdirdim, dünyayı bu arada.
Bir balık, yavrusunu arıyordu deryada.)
Bir yavru balık vardı, avcunda hakikaten.
Onun firasetine hayran oldu gönülden.
Sarayda kalmasını teklif etti bir müddet.
Lakin o istemeyip, nazikçe eyledi red.
Bir süre İstanbul'da kalarak, sonra yine,
Müsaade isteyerek, döndü memleketine.
İki memur gönderip bu zata yine Sultan,
Bilgi almak istedi maddi sıkıntısından.
Gönderdi hem onlarla, bir miktar altın, para.
Onlar, bu altınlarla geldiler derhal Bor'a.
Memurlar geldiğinde, o, bahçe belliyordu.
Maksatlarını dahi çok iyi biliyordu.
Buyurdu: (İstanbul'dan, benim için geldiniz.
Lakin bizim sizlerden, yoktur bir isteğimiz.)
Memurlar dediler ki: (Biz, emirle gelmiştik.
Ve size, Padişahtan para da getirmiştik.)
Kuddusi hazretleri sükut etti o ara,
(Açın eteğinizi) dedi o memurlara.
Sonra yerden eğilip, küreğini alarak,
Döktü eteklerine, bir kürek kuru toprak.
Topraklar, memurların eteğine düşünce,
Kudret-i ilahiyle, altın oldu hemence.
Memurlar bunu görüp, şaşkın hale geldiler.
Zira görmemişlerdi dünyada böyle şeyler.
Kuddusi hazretleri, buyurdu ki bu kere:
(Dökün eteğinizde ne varsa şimdi yere.)
Onlar, o altınları dökünce yere o an,
Gördüler ki, altınlar oldu hep yılan, çıyan.
Memurlar, bunu dahi görüp hayret ettiler.
(Siz nasıl isterseniz, öyle olsun) dediler.
Buyurdu: (Evlatlarım, sizler de gördünüz ya,
İşte böyle görünür, gözümüze bu dünya.)
Velakin fukaraya dağıtırız diyerek,
Verdikleri parayı, aldı dua ederek.
Bir gün, sevdiklerine buyurdu ki: (Ey insan!
Rabbine ibadet et, geçiyor çünkü zaman.
Bilmeden amel olmaz, bu din, bilmek dinidir.
Dini öğrenmek ise, amel etmek içindir.
Amel de, Allah için yapılır ihlas ile.
Kullar beğensin diye yapılırsa, nafile.)
|