Hacı Bayram-ı Veli, hem ders okutuyordu,
Hem de halka camide, nasihat ediyordu.
Onu çekemeyenler, Padişaha geldiler.
(Efendim, Ankara'da biri var ki) dediler.
(Hacı Bayram-ı Veli, diyorlar, kendisine.
İnsanlar, akın akın giderler meclisine.
Aleyhinizde dahi, söz söylemiş bu insan.
Korkarız ki, ilerde çıkarır belki isyan.)
Padişah, tetkik için bu şahsın durumunu,
Emretti: (Yakalayıp, getirin bana onu!
Emrime baş kaldırıp, gelmek istemez ise,
Zincire bağlayarak, getirin zorla bize.)
Vazifeli memurlar, bu fermanı aldılar.
Edirne'den çıkarak, yola revan oldular.
Ankara'ya az bir yol kalmıştı ki, bir ara,
Rastladılar bir gençle, nurlu bir ihtiyara.
O yaşlı zat, bunlara sordu ki: (Acaba siz,
Nereye, ne maksatla acele gidersiniz?)
Dediler: (Ankara'da varmış ki garip biri,
Toplamış etrafına, bir grup kimseleri.
Sultana baş kaldıran isyancı biri imiş.
Adı da, halk içinde Hacı Bayram Veli’ymiş.
Biz, onu yakalayıp, zincire vuracağız.
Atıp arabamıza, Sultana varacağız.)
O nur yüzlü ihtiyar, dedi ki o erlere:
(Aradığınız benim, gitmeyin başka yere.
Ferman başım üstüne, durmayın artık daha.
Haydi, beni bağlayıp götürün Padişaha.)
Bu sözler karşısında, şaşkına döndü erler.
Zira aradıkları, bu nurlu zatmış meğer.
Dediler ki: (Efendim, sizden özür dileriz.
Zira aradığımız, asla siz değilsiniz.
Devlete başkaldıran bir isyancı arardık.
İyi ki sizi görüp, hakikatı anladık.)
Hacı Bayram-ı Veli, buyurdu ki bu sefer:
(Yine de biz gidelim, Padişah merak eder.)
Velhasıl beraberce, geldiler Edirne'ye.
Sultan merak ederdi (Bu isyancı kim?) diye
Bir eşkıya beklerken, sultan İkinci Murad,
Gördü ki, karşısında, nur yüzlü veli bir zat.
Baş köşeye oturtup, sohbete başladılar.
Anladı ki, bu zattan devlete gelmez zarar.
İhsanlarda bulundu kendisine gayetle.
Velakin Hacı Bayram, reddetti nezaketle.
Sultan ısrar edince, buyurdu ki o zaman:
(Padişahım, mutlaka, gerekliyse bir ihsan,
Vergi ve askerlikten, bilcümle talebemiz.
Bir müddet muaf olsun muvafık görürseniz.)
Padişah, Hacı Bayram Veli'nin teklifine,
(Uygundur) buyurarak, ferman verdi eline.
Sahte talebeler
Hacı Bayram-ı Veli, Padişahtan bir ferman,
Alarak, Ankara'ya aynı gün oldu revan.
Ferman, sırf ilim ile meşgul olsunlar diye,
Sultanın ihsanıydı, Hacı Bayram Veli'ye.
Lakin bazı kimseler, bunu fırsat bilerek,
Talebe oluyordu, hep bu zata giderek.
Ve öyle çoğaldı ki bu sahte talebeler,
Bozuldu memlekette, iktisadi dengeler.
Rica etti Padişah, Hacı Bayram Veli’ye:
(Bana, talebelerin listesini ver!) diye.
Ankara'nın (Kanlı göl) mevkiinde, o dahi,
Çadır kurulmasını emretti bizatihi.
Ve nida eyledi ki: (Bana tâbi olanlar,
Kim varsa, falan yere acele toplanalar!)
Duyanlar, akın akın toplandı o bölgeye.
Şöyle ki, iğne atsan, düşmezdi sanki yere.
Yine nida etti ki: (Ey benim dervişlerim!
Ben, talebelerimi, kurban etmek isterim.
Canını, benim için verecek varsa biri,
Gelsin ve giriversin şu çadırdan içeri.)
Hacı Bayram Veli’nin bu teklifine rağmen,
Olmadı tek bir kişi, çadıra gelip giren.
Hacı Bayram-ı Veli, elinde keskin bıçak,
Beklerdi ki, acaba, kimdir kurban olacak?
Derken yürüyüverdi, iki kişi o sıra.
Kalabalıktan çıkıp, girdiler o çadıra.
Hacı Bayram-ı Veli, o çadıra, önceden,
Bir koyun getirmişti hiç kimseler görmeden.
Vakta ki iki kişi girince o çadıra.
Girerek, o koyunu kurban etti o ara.
Çadırdan dışarıya aktığında o kanlar,
Kaçıştılar etrafa, bunu gören insanlar.
Hacı Bayram, çadırdan çıkıp baktı o anda.
Gördü ki, hiç kimseler kalmamış o meydanda.
Buyurdu: (İki tane talebem varmış benim.
Bunlardan başkaları değil talebelerim.
Talebem bilmiyorum bunlardan gayrisini.
Onlar, askerlik yapıp, versinler vergisini.)
O, bir gün buyurdu ki: (Biz hepimiz, dünyada,
Varız ahiret için, çetin bir imtihanda.
Dünya imtihanını kaybetse de bir kişi,
Pek fazla mühim değil onun bu kaybedişi.
Bu dünya, üç beş günlük hayat olup, kısadır.
Ahiret, sonsuz olup, dünyada kazanılır.
Bir baba, evladına öğretmezse dinini,
Ve eğer vermez ise dini terbiyesini,
En merhametsiz baba, o kimsedir ki işte,
Güzelim evladını yakmaktadır ateşte.)
|