Ebül Abbas-el Basir, büyük alim, evliya,
İbnül gazale diye tanınır ekseriye.
Endülüs’te yetişen evliyadan biridir.
O yörenin halkını, yıllarca etti tenvir.
Onun İbn-ül gazale, yani ceylanın oğlu,
Diye tanınması da, esasen şöyle oldu:
O, dünyaya gelince, çok güzel idi, ama,
Validesi baktı ki, iki gözü de a’ma.
Babası sultan olup, seferdeydi o zaman.
Annesi çok üzülüp, şöyle düşündü o an:
Madem iki gözü de a’ma doğdu bebeğim.
Böyle sakat çocuğu, istemez belki beyim.
O, böyle düşünerek, beyi henüz dönmeden,
O bebeği alarak, ayrılıp gitti evden.
Şehir dışına çıkıp, vardı tenha bir yere.
Oğlunu bir kenara bırakıp, döndü eve.
Dedi: Beğim gelince, derim, doğdu yavrucak.
Ve lakin yaşamayıp, vefat etti çabucak.)
O, terk etti ise de tenhaya çocuğunu,
Ve lakin Hak teâlâ, zayi etmedi onu.
Gönderdi bir ceylanı onun bu yavrusuna.
O gelip, muntazaman, süt verdi her gün ona.
Bundan birkaç gün sonra, sultan döndü seferden.
Evine girer girmez, çocuğu sordu hemen.
Hanım dedi: (Efendi, oldu bir erkek evlat.
Ve lakin yaşamayıp, aynı gün etti vefat.)
Sultan üzüldüyse de onun bu haberine,
Yine de razı oldu Allah’ın takdirine.
Dedi ki: (O çocuğu aldıysa cenâb-ı Hak,
Daha hayırlısını ihsan eder muhakkak.)
Aradan günler geçti, bir gün yine bu sultan,
Adamlarını alıp, ava gitti bir zaman.
Bir bölgeyi çevirip, kontrole aldılar.
Sonra da, o halkayı gittikçe daralttılar.
Az daha yaklaşınca, gördüler ki bir çoğu,
Bir ceylan, emziriyor çok güzel bir çocuğu.
Çok garibine gitti o sultanın, işbu hal.
Merakla yanlarına koşarak geldi derhal.
Görünce çok sevimli bir erkek çocuğunu,
Şefkatle kucaklayıp, bağrına bastı onu.
(O ölenin yerine, oğlum bu olsun) diye,
O çocuğu alarak, dönüp geldi geriye.
Hanımına gösterip, dedi: (Hanım, işte bak.
Bu çocuğu gönderdi bizlere cenâb-ı Hak.
O ölenin yerine, bunu ihsan buyurdu.
Av yerinde bir ceylan, bunu emziriyordu.)
O bebeğin yüzüne bakar bakmaz ilk daha,
Hatasına anlayıp, başladı ağlamaya.
Zira tanımış idi, o kendi bebeğini.
Hem de yalan söyleyip, aldatmıştı beyini.
Anlattı hakikati hem ağlaya ağlaya,
Sevinip şükrettiler, Allahü teâlâya.
Sade hayat yaşardı
Annesi, kucağına alarak bu oğlunu,
Emzirip, ihtimamla büyüttü sonra onu.
Vakta ki bu çocuğu, geldi yedi yaşına,
Kur'an tilavetini öğretti önce ona.
O, daha büyüyünce, ilme verdi kendini.
Öğrendi ince ince İslam bilgilerini.
İnsanlardan uzak ve ayrı bir hali vardı.
Dünyaya rağbet etmez, sade hayat yaşardı.
Babası, o beldede sultan olduğu halde,
Dünya nimetlerinden etmezdi istifade.
İnsanlar derlerdi ki: (Padişahtır babanız.
Siz ise, fakirane bir hayat yaşarsınız.)
O buyurur idi ki: (Doğrudur, öyle evet.
Lakin biz, ahirete veririz ehemmiyet.
Bu dünya nimetleri, sahtedir, vefasızdır.
Bugün senin ise de, yarın başkasınındır.
Halbuki ahirette ele geçen nimetler,
Hakiki nimet olup, ebedi devam eder.)
Ebül Abbas, sonradan teşrif edip Mısır’a,
Çok faideli oldu orada insanlara.
Nil nehri kıyısına, kurarak dergahını,
Yıllarca tenvir etti o yörenin halkını.
Öteki yakasında, vardı başka evliya.
Mektuplaşırlar idi ikisi ekseriya.
Ebül Abbas, ne zaman yazsaydı mektubunu,
Nil nehri üzerine koyardı gidip onu.
(Ebüssü’ud) idi ki karşıdaki veli zat,
Gidip, su üzerinden alırdı onu bizzat.
Ebül Abbas, burada henüz dergah kurmadan,
Biri, Ebüssü’udun hizmetindeydi her an.
Bu zata, yirmi sene hizmet edip nihayet,
Sonunda, kendisinden talep etti icazet.
Hocası buyurdu ki: (Bana çok hizmet ettin.
Ve lakin benden olmaz, senin mezuniyetin.
Mağrib memleketinden gelir ki bir evliya,
O, kurar dergahını, şu karşıki kıyıya.
İsmi Ebül Abbas’tır, yakında gelecektir.
Senin icazetini, o veli verecektir.)
Birkaç gün geçmişti ki, çağırdı onu yine.
Buyurdu ki: (O veli, teşrif etti yerine.
Sen şimdi durma artık, o zatın yanına git.
Ve çok hizmet eyle ki, olasın çok müstefit.)
(Peki efendim) deyip, geçti karşı kıyıya.
Gördü ki, teşrif etmiş o dediği evliya.
Yaklaşıp, edep ile öptü onun elini.
Ve lakin söylemedi ne için geldiğini,.
Fakat o buyurdu ki: (Hoş geldin ey evladım!
Seni yetiştirmektir benim de tek muradım.
Allah, Ebüssü’ud’a versin ki çok hayırlar,
Himaye etti seni, biz gelinceye kadar.)
O günden itibaren, ona çok etti hizmet.
Yetişip, bu veliden aldı mutlak icazet.
|