Merkez Efendi var ki, büyük alim ve veli,
Pek fazla tesirliydi nasihat ve sözleri.
Osmanlılar devrinde yetişen bir velidir.
Adı Musa ise de, bu ismiyle bilinir.
Küçük yaşta başladı ilim tahsil etmeye.
Aşırı istekliydi dinini öğrenmeye.
Aklı, fikri, zekası, ilme karşı hevesi,
Öyle fazla idi ki, şaşırtırdı herkesi.
Bir çok medreselerde tahsil gördü bir nice
Bitirdi, yaşı henüz otuzuna gelince.
Kocamustafapaşa semtinde ilim yayan,
Meşhur Sümbül Sinan’ın namını duydu bir an.
Lakin onun hakkında, bazı dedikodular.
Duyduğundan, ona pek eylemedi itibar.
O gece, rüyasında gördü ki kendi bizzat:
Gelip, kapılarını çaldı o mübarek zat.
Fakat istemiyordu içeri girmesini.
Yığdı kapı ardına eşyasının hepsini.
Kendi de, eşyaların oturdu üzerine.
Lakin Sümbül Efendi kapıyı açtı yine.
Eşyalarla birlikte, yerde buldu kendini.
Uyanıp, zor bekledi sabahın gelmesini.
Vardı Sümbül Sinan’ın camideki vaazına.
Oturdu o görmeden kürsünün arkasına.
O geldiği sırada, hazret-i Sümbül Sinan,
Tefsir ediyor idi, bir sureyi Kur'andan.
Surenin tefsirini bitirince, bir ara,
Şöyle hitab eyledi camide olanlara:
(Zannederim bu bahsi, anladınız mükemmel.
Merkez Efendi bile anladı bunu güzel.)
Daha yüksek manalar vererek tefsirine,
Önce kaldığı yerden, devam etti dersine.
Lakin anlamamıştı cemaat bu bahsi pek.
Sümbül Sinan, dersine yine ara vererek,
Buyurdu: (Anlayan yok bu bahsi, bir ben hariç.
Merkez Efendi dahi anlamadı bunu hiç.)
Gördü Merkez Efendi bu hallerini onun.
Çok sevdi kendisini, oldu aşık ve meftun.
Düşündü ki: O rüya doğru çıktı vallahi.
Girdi gönül evime, ben istemesem dahi.
Vaazdan sonra, cemaat ayrılınca yanından,
Gidip özür diledi derhal Sümbül Sinan’dan.
O günden itibaren, talebesi olmuştu.
Onun teveccühüyle çok şeye kavuşmuştu.
Ve kısa bir zamanda, aldı mutlak icazet.
Sonra, kerimesine talip oldu nihayet.
Buyurdu ki: (Evladım, getir ki bir yük altın.
Hemencecik, kolayca hasıl olsun muradın.)
(Peki efendim) deyip, alarak üç beş çuval,
İçlerini, toprakla doldurdu o gün derhal.
Ağızlarını dahi dikerek gayet düzgün,
Hocasının evine taşıttırdı aynı gün.
Vakta ki çuvalları açınca, birden bire,
Çil çil altın döküldü çuvallardan yerlere.
Hocası Sümbül Sinan, buyurdu ki: (Evladım!
Asla altın değildi bundan benim muradım.
İstedim, hanım dahi bilsin de böyle seni.
O dahi seve seve versin kerimesini.)
Cemaatsiz namaz kılmadım
Yavuz Sultan Selim'in kızıyla, efendisi,
Sadrazam Lütfü paşa, iş için bir senesi,
Yanya'dan İstanbul'a yolcu olup giderken,
Eşkıya baskınına uğradılar aniden.
Bu dehşetli durumdan nasıl kurtulurlardı?
Zira hem silahsızlar, hem dahi yalnızlardı.
Hiç beklemedikleri şeyle karşılaştılar.
Şimdi ne yapacağız diyerek şaşırdılar.
Bu korkulu zamanda, birden Merkez Efendi,
Heybet ve azametle, ortaya çıkıverdi.
Görünce eşkıyalar onu karşılarında,
Hepsi, korkularından şaşırdılar anında.
Öyle ki, o heybetten titrerdi bedenleri.
Bir zarar yapamadan terk ettiler o yeri.
Eşkıyalar bir anda dağılınca o yerden,
Merkez Efendi dahi, kayboldu göz önünden.
O gün Şah Sultan ile, sadrazam Lütfü Paşa,
Bu hali, hayret ile eylediler temaşa.
Eşkıyadan kurtulan Şah Sultan ile beyi,
Daha fazla sevdiler bu mübarek veliyi.
Sonra onun ismine, Şah Sultan, ileride,
Bir cami yaptırmıştır, İstanbul-Bahriye'de.
Yanında da büyük bir medrese yaptırdılar.
Onu, bu medreseye, baş müderris yaptılar.
Büluğ çağından sonra, sonuna dek ömrünün,
Cemaatsiz bir namaz kılmamıştır o bir gün.
Şöyle ki, cemaate eğer yetişmeseydi,
Namazı cemaatle kılanlara derdi ki:
(Ömrümde bir namazı kılmadım cemaatsiz.
Ben imam olayım da, cemaatim olun siz.
Tekrar aynı namazı kılınız benim ile.
İkinci kıldığınız, olmuş olur nafile.)
Onun, tıp ilminde de bilgisi çoktu gayet.
Nitekim Manisa'da, kalmış idi bir müddet.
Kırk çeşit baharattan, meydana gelmiş olan,
Meşhur mesir macunu, ondan kaldı armağan.
İnsanlar, Manisa'ya, her yıl akın olurdu.
Hastalar, bu macunu yer ve şifa bulurdu.
O bir gün buyurdu ki: (Beş şey gelmeden önce,
Beş şeyin kıymetini bilmek lazım iyice.
Bir hastalık gelmeden sıhhatin kıymetini,
Bilip, yapmak gerektir günlük ibadetini.
Ölüm gelmeden önce, kıymetini bu ömrün,
Bilmeli ki, pişmanlık olmasın yine o gün.
Fakirlik gelmeden de, paranın kıymetini,
Bilirse, sıkıntıya sokmaz insan kendini.
Meşguliyet gelmeden, boş geçen zamanların,
Kıymeti bilinirse, üzüntü olmaz yarın.
Zira o boş vakitte, bir Allah derse insan,
Onunla ağır gelir belki de yarın mizan.) |