Hamid-i Aksarayi, Kayseri’de bir ara,
İlim, hikmet saçarken ordaki insanlara,
Bir gün, talebesinden, yanına bir kimseyi,
Çağırıp, kendisine verdi şu vazifeyi:
(Ankara’da iyi bir âlim var, adı Numan.
Onu bulup, buraya davet eyle, git hemen.)
Gitti o gün talebe, Ankara beldesine.
Hocasının emrini bildirdi kendisine.
Zahiri ilimleri tahsil eden bu Numan,
Daveti kabul edip, çok memnun oldu bundan.
İkisi beraberce, dönerken Kayseri’ye,
Numan merak ederdi: Çağıran kimdir diye
Kurban Bayramı günü, erişti huzuruna.
Bu yüzden, mübarek zat (Bayram) demişti ona.
Bu Numan, görür görmez Hace Hamideddin’i,
Anladı ilimdeki yüksek hamiyetini.
Hace Hamideddin'in huzurunda bu Numan,
Yetişip, (Hacı Bayram-ı Veli) oldu sonradan.
Manevi bir emirle, hazret-i Hamid yine,
Tebriz'e ve sonra da geldi Bursa iline.
Bursa’da, kendisini gizledi insanlardan.
Halk içinde Hak ile bulunurdu her zaman.
Dağlardan odununu getirip merkebiyle,
Yakıp kızdırıyordu, fırını böylelikle.
Bir ekmek küfesine doldurup somunları,
(Somun! Somun!) diyerek satıyordu onları.
O, her sabah küfeyle satışa çıktığında,
İnsanlar, ekmeğini kapışırdı anında.
Zira onun sattığı ekmeklerin lezzeti,
Daha bir başka idi, bilinmezdi hikmeti.
Somun! somun! diyerek dolaştığı için de,
(Somuncu baba) diye, tanındı halk içinde.
Bir gün Somuncu baba, çıkıyorken fırından,
Padişahın damadı, esseyyid Emir Sultan,
Elinde bir çömlekle girerek içeriye,
Ondan rica etmişti (Bunu pişirin) diye.
(Peki) deyip, çömleği alıp sürdü fırına.
Hemen sonra çıkarıp, verdi Emir Sultan’a.
Lakin Emir şaşırdı çok çabuk piştiğine.
Merakla eğilerek, baktı fırın içine.
Gördü ki, fırınında ateşten yoktur eser.
Anladı ki bu kişi, büyük veliymiş meğer.
|